17 Eylül 2019 Salı

PAROKANTO (Cassiope)































Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yakın çekim












İndik sonra Venüs'üne.
Mehtapla süslü ayin, yarılan sulara, şarap rengi okeanosa ve
Dilek çekip, süzüldük ışıklı yosmaya.
Yükleyip döl yatağına pruvada, gövdelerimizi de
Şişelere sığan Sbyl şimdi, yorgun düşmüş, dibe vereceğim alyansı,
Çekip götürsün bizi dünya, gemi gıcırtısı kalçalarına
Mikail'in işi bu, trivesti, bornozu süslü
Tavustan tepeli, yele verdik burnunu işte ve çöktük sonra tanrıçaya
Yürüdük çayırı, gerip yelkeni, batana dek gün
Gömüldü bitkin uykusuna, kapladı gölgeler tunçtan göğsünü
Vardık sonsuz kapısına, çok derin vulvaların
Çağatay Han'ın ülkesine ve cinlerle dolu kentlerine
Bürülü ipekli, sarı güneşten, ölgün serabı,
Işıltısı ile döl ırmaklarının
Çekmiş yıldızlarını ve tepegöz bakan
En karanlık gece kaplamış, adam otu ayları
Geriye bakıp durduk gene, Canopus, sonra ulaştı Hades'e
Sonsuz Küs Aias'ın küstüğü yere
Patroklos ve Paris kucaklaştı bizle,
Ve çekip can çubuğunu ortasından
Çukuru doldurduk Herakles boyu
Ve sunduk hayasızca kin dolu geçmişimizi
Bal, balsam,şarapla karılmış tin tözü
Yakardık sonra, göçmüş kaltakların atları
Atlantis'in ütopyası, kurbanlık haspaların
Ve daha bir yığın şey yığdık, kurtulmalık olarak
Bir cadıda kendi başında kervanın ve kara.
Boşaldı birden kara kan çukura
Girdi yarığa dülger balığı. Ruh aradı Avernus'u ve
İçtik Erebos'ta, kokuşmuş ölüsünü körpe etlerin.
Gençliğimin ve dölden yoksun yaşlılığım
Gözyaşlarıyla ıslak baygın kokulu kızlar
Bir sürü nisan, demir uçlarıyla örseli mızrakların
Yıldız artıklarıyla, düşmüş işte kolları
Sardılar çevremi bağırıp çığlık çığlığa
Solmuş yüzüm, daha çok kurbanlık bağışladık tanrıya
Sürüler dolusu kesip öldürdüler, gemi dolusu tunç bıçaklarla
Güzel kokular dökünüp yakalamışlardı Diana'yı da
Güçlü Styks'la  ve övülen Persephoneia'de, 
Sıyırdı Kharon küreğin dipçiğini ve
Dedim o zaman uzak tutma, azılı kısır ölümü
Gelene dek Proksima rıhtımdan, üç  satir
Kharon geldi önce kürekçi ve İsa geçti oğluyla
Çarmıhta gibi gibi serilip kaldılar uykulu toprakta
Gövdesi ahırların orada, baba evinde.
Yıkanmamış, kefenlenmemiş, bir yığın iş güç yüzünden
Acınası ruh. Bağırarak üç arşın, kurt deliği aç dedim sonra
Sirius, ey üvey anne, sen nasıl geldin karanlık buralara
Yürüyerek uçup da, ta denizleri
Ve dedi, o ağırsak bedeniyle
Kötü kader ve bol şarap. Uyudum Bellatriks'in kovuğunda
İnerken korkuluksuz uzun merdivenleri
Düştüm cehennemin yaşlı otlaklarına
Uzvumu parçaladım, Kerberos kemirsin döş yerlerimi
Ama sen ey kral unutma gömülmemiş, ardından ağlanmamış beni
Yığ pusatlarımı, kaya koruğundan bir lahit, adım yazılsın üstüne
Kara salkımlı bir adamla, koyup, sürüp gidecek adı
Ve sapla dostlarla birlikte, çektiğim küreği düşlerime
Antigone gelsin sonra, çok çektirdiğim ve sonra Tebaili krallar
Taşıyarak altın asasını ve hesap bilen Lidya sikkelerini
Gene mi, ikinci kez mi, bir kucak, yaldızı kötü prens.
Geliyorlar yüz yüze, güneşsiz ölüm, bu mutsuz yere
Çekilin çukurun başından, içsin şu kızıl iksiri
Anlatayım sana geleceğini. Ve baldızımla geri çekilsin.
Ve güç aldı karnından dedi ki, Vilusa
Dönecek kin ve kanlı Jüpiter'de, aşarak karanlık suları
Yitirecek arkadaşlarını ölüm. Sonra canavarları tuttu ha
Yat huzur içinde, İyonyalı tecimen, sözünü ettiğim
Venedik'te ofiste, geçmez İliad'da, 2019
Ve yelken açtı sirenler, sığır çalıp uzaklaştılar
Sürülerle, sayılmasız nice adamlar, Kirke'de
Girit'e kaçan, altın taçlı Pindaros'un
En korktuğum, bronzdan kuşağı işte
Ve göğüs başı, sen ey mermerlere göz kırpan
Argonotların altın postuyla bir amazon. Koreli.
*




AYNA
Gördüm...
Orada, Şam yolunda gözleri kör olan Saul'ü gördüm.

Karşı koymanın işbirliği olduğunu.

Orada Dede Korkut mezarlığını

Orada, Orhun'un anıtlarını gördüm.

*

Su sıçanı çığlık attı, İblis kuşu gene çınladı işte

Orada Vatikan'ı, Kudüs'te ağlayanı

Orada Filist denizini

En büyük günahkâr hiç bir şey yapmayandır diyeni

Yuşa'yı gördüm.
*
Orada putperest heykelimiz Kabe'yi gördüm.
Orada geçip giden zamanları, yinelemeyi gördüm.
Orada akıp giden tarihi gördüm
İnsan mezarlarını, sararmış kemikleri ve bin bir çeşit kemirgeni
*
Çıyanları, kurtları, kırk ayakları ve solucanı
Orada kafataslarının içindeki, ceylanı gördüm
Orada çalılıklar arasında çiftleşenleri, ölümden iğrenenleri
Bebek eti yiyenleri ve gözleri görmeyenleri gördüm.
*
Orada katıksız soyutlama, linç ve illüzyon, sonsuz manipülasyonları gördüm
Orada, merkantif cehennemin basamaklarını, Zirkon gezegenini
Mormonların dilini, Silikon vadisini gördüm.
*
Orada Kezban'ın sol göğsünü eriten kanseri gördüm
Meşhed çobanlarını gördüm orada, Nagazaki kurbanlarını,
Hiroşima mutantlarını...
*
Barış için savaş çığlığı atanları, boşluğa bakanları
Yalvarılar içindeki şeytanla, meleklerin melekutunu gördüm.
*
Orada imansız dindarları, cinsiyetsiz yurtları,
Sevgi Bakanlığı'nı gördüm.
*
Orada Anti Dühring okuyanları
Hitayları, Akatları, Peru'yu,
Orada Quetzalcoatl'ı gördüm.
*
Orada Chomsky'yi, Harari'yi, Che'yi
Babasız İsa'yla, Meryem'i gördüm.
Orada Adorno'nun 'Söz Ne İşe Yarar'ını gördüm.
*
Orada Puvatya'yı, orada Katharlar'ı, Isfahan'ı
Orada Tanrı bolluktur, yaşam boşluktur diyenleri,
Orada Mevlana sevenleri, Yemen'e gidenleri gördüm.
*
Orada Gazali'yi orada Suhreverdi'yi, Kum kentinden dönenleri gördüm.
Gökyüzünde uçanları, Halep'e inenleri,
Mollaları, papayı, zangoçlar ve havraları
Orada alevle tutuşan medreseleri gördüm.
*
Orada hatim indiren, çölü geçeni, bataklıkta yüzenler ve borç içinde gezeni gördüm.
Orada Şiraz'ı, orada Hafız'ı, ikonoplastları, palimsestleri, direkçi Simonları gördüm.
*
Orada topalı gördüm, inmeliyi gördüm.
Orada vebayı, sarayı, sarı humma ve kuduzu gördüm
*
Orada şirk soyundan gelenleri; bir peçeyi beğenenleri
Orada cihat yolunda kazananları, haçlılardan ağlayanları, 'Ağlama Duvarı'nda yas tutanları
Orada öbür dünyayı bekleyenleri, kederle, kahırla gelip geçenleri gördüm.
*
Orada sarı güller,  bülbüller ve şıkırtılarla akan  suları, köpükler içinde çağlayanları gördüm.   
Orada  tanrı  asistanlarını, resule tapanlarını gördüm.
Orada pazarlıklar, simsarlıkları ve cinnet meleklerini gördüm
Orada sarı güller,  bülbüller, şıkırtılar içinde akan  suları, köpükler içinde çağlayanları gördüm.           
*
Orada O'nu, Konuşan Hayvan'ı,
Orada insanı,
Orada kendimi gördüm.







MELANKOLİNİN KIRILGAN TARİHİ
Başını koyar koymaz uyuyandan gözlerini istedim
Düşlerinde bile gülümseyenlerden düşlerini
Efemera işleri ve madalya düşkünlerinden cesaretini
İbrahimilerden sabırlarını
Ve şeytan geçitlerinden hilelerini istedim.
Tanrı sancısıyla kıvranandan tanrılarını
Ucuz saat takan ve üçüz çocuklara bakandan niyetini
Beklentilerini umut tacirlerinden
Ve çiçek yetiştiricilerinden cennetlerini istedim
Kaale almadılar
Gitmek istedim.

*

Ben Lizbon'dayım  döl ırmakları bile uzanamaz Amazon'da olsa sensiz gözyaşlarım ıslak ruhlar gibi direk çeksem yelkenlime gelebilir miyim Gemini gibi ruhum hep yanımdasın tunç bıçaklar gibiyim Kirke bile kıskanır güzel kokular sürünüp döküneyim seni mürle ovayım Uranos'u aratmıyor bedenim işte sıyırdım dar kılıcımı uzak tuttum azılı kısır ölümü gelene dek Teireşias ve Elpenor dostlarımla yükleyip döl yatağına gövdelerimizi onlar gelmeden çok çektirdiğim baldızı kötü kader tümülüslerden kadim vücudun yarılan sulara şarap rengi okeanosa ve yinelemelere dayanıklıdır aşkın okyanusları onlar göğün altında yeni bir şey yok tam aksine ölüm türleri var laser hidrojenler siyanür napalm vesaire uygarlığımız kanibalist ve emperyal bir yineleme bunlar bir düzenek öyleyse kan şarap et ekmek değil midir yaşasın elini kana bulamayan tek yalvaç İsa tanrıyı günahlarımız için yarattık Gabriela kim lerin işi bu trivesti bornozu süslü senin  etini akmakta olan kanını bedenimde duymak istiyorum sana  olan arzumun   korkunç    tadı cezbediyor beni kin dolu Neptune'a aşarak karanlık suları Argiciada'nın altın dalını taşıyan sümbül dalı gibiydi göğsün  onun sarı güneşten ölgün serabı Kerberos kemirsin döş yerini dönsün kin dolu Jüpiter'e aşıp karanlık suları yitirecek bütün arkadaşlarını sonra bir eARTh arar kendine yat huzur içinde tecimen Ayşe sözünü ettiğim ışıltısında ırmak sularının Mikail'in işi bu aşk ateşi bedene  kavuşmaktır yıkanabilir yeryüzünün kehaneti perilerle  bahar  gelmiş  gotik güzel gizemli fiziğin benim yenilgim aşkı arıyorum bir gün bir kitap buldum uzun bir aşk öyküsü  vardı içler acısı ve yakıcı şimdi bir sevgilim oldu bugünlerde işte o kitap Isfahan tapınaklarında Şiraz'ın gül bahçelerinde onunla sevişiyorum artık tanrı bizi ayırmak için aşkı icat etti diyordu çünkü ben sana aşığım ve bu sadece acı çekmemi sağlıyordu aşk cesaret verir fütursuzluk aşılar kışkırtıcı densiz olabilirim klasik çağların simgesi gibisin ruhum seninle sevişmek istiyor platonik aşk benimki bedenim çok uzaklarda ama açgözlü değilim şimdilik hoşçakal güzelim uzun bir gece şiire dönüşebilir anlamanı istiyorum edebiyat iyi ki var aksi halde aşkımız başka bir yerde barınamazdı umarsızım ama aşk böyle bir şey öpüyorum bu düşlerimde ki tek gerçekliğim seninleyim ben ama hep özleyeceğim


*
GABRİELA'NIN    TASALARI

'Günaydın, bazıları bana soruyorlar canlı gibi sanat boyanmıştır. Yollarını yaşamak icadı. Şarkıcı Gibi Cordoba'da zor. Şarkı söyleyen bir grup ile 2000 yılında elektronik ve iki yıl mükemmel arkadaşlarım. Dakik. Yerlerindeler. Iyi insanlar. Hiç sorun yaşamadık. Hala başka resimle inanmıyorudum benim hayatımdı. Beni yere it bu iş eksikliği seni seviyorum. Insanlar bir kot ödüyor. Bir ceket veya ama evlerinde tüketerek. Asla dedi ki çoğu kişi sanat harcarlar yaşamak için. Tıp fakültesinde matwrial seni her zaman harcıyorsun. Aile içi şiddet. Ve sonra seni yok etmeye çalışıyorlar. Arkadaşların senin hakkında kötü konuşur oyun gümüş onları artık daha naftalin kokusu. Müziğe. Problemad ilişkilerinin müzisyenler. Profesyonelce. Seni taciz onları normal diyelim. Kötüye çalışıyorlar, bu müzik ne nusca. Insanlar kadar üçüncü yaş seni mahvediyor. Palavracılarla bedava olduğu için bir grupta olmak. Ben daha önce hiç gitmedim. Ve bir albüm yapmak vardır müzisyenler fracadados toplantı. Yolsuzlar çok. Sana iyi bakıyorlar seni yalnız bırakıyorlar. Ve eğer yanlış kayıt kaydediliyor. Hata yapan değil. Onlara başka arıyorlar, kötüye ödüyorsun. Belki başka bir il daha burada bulunan çöp bunlar. Sanatçı olmak iman ederseniz bir diploma. Sanatçı, bankacılık bu fauna. Ve herkes lis bugün labura hiçbir şey için. Gümüş bile. Birini kaldırmak bile. Sanat için ciddi insanlar. Olanlardandır. Yeni başlayanlar için öğretmenlik yaparken. Formları doğru yapmak için bir sınav, çünkü onun ilgi ve müziği, bir çocuk için söylüyor kızlar evime gelin. Ilgisi var kiminle tokas. Yoksa seni diyor ya gün çalalım. Ba mümkün değil çünkü tokar, evi var. Bunu önemli bir müzisyen bile bilmiyorlar. Bir ara sıra. Ve orada seni bekliyor, kıskanç ya da sinirli bir şey yapabilir ve daha eğer gülümse. Ve o yüreklinin örnek olacak için karnına. Perişan. Kolay değil. Ben her zaman düzgün ve öğrencileri vardır. Bu ucube derdim onu sevmekten başka bir en azından yapıyor. Ya da bırak... Ahoracanta ya da görünüyor. Dans et. Saltaactua. Değiyor. Ben kullanıyordum çeşitli yüzeyler ve bu kadar yoktu insoporyable cırcır böceği. Bu kichner artık! Bakalım bugün vaen! Yapacak çok iş var. Hasts güzel bir kelime. Ve başkan olmak isteyen bu kadar karışıklığa çünkü arman. Eminim sen yozlaşmış ve atılacağı deri. Ve helikopterle gideceksin. Tabut. Ya da kaçıyor. Arjantin'de yoktu dünyada bile görmüyor... Herkes iyi kadar yozlaşmış papa... Uç altında aşağıda ki bu gerçeği asla bunu olabilir gibi bitti. Insan çok hasta ve bozuk para değil, seni bile berssage ile bakan göz bu madde ile. Değişir! Vivi! Ydejen defol hayat kısa kızdırmak için ve diğer mesecitan barış içinde yaşamak! Bir filmde bile samuel jakson avelino kağıdımı tarzı ve teknik abtraccion sapması veya cromatismo. Iyi sesi yükseldi. Manga sucida adı ismi. Rağmen delilik var sanatçı, önemli olan birlik, saygı, işbirliği. Başarmak için. Bi için değil ya da fikirleri ve iş boykot dışarıdaki insanlar, hiçbir şey yapmak zorunda. Bugün bir şey olabilir bu dağınık ve cofundido ama aslında bu onu özlüyorum. Sanatta deli var, çünkü o yerde durup ve çocuklar var büyük bir çılgınlık seviyesi, maske yapamaz çünkü çok saçma her şeyin parçasıdır ve normal adam kendini tut çünkü deli bir delilik değil. Daha geniş ötesine görmek. Ve bu anlamak değil bu deli olduğunu daha kolay anlamak olacak.. Şimdilik ara... Belki de değişiklik var ama sonuna kadar ısrarla öneririm... Videoları görmek zor buluyorum. Bandırma grubu veya tube var. Bakıyoruz, katılmak ve çok iş arkadaşlarım gibi, ıtchy rossi, r. Garrido.r.romero. Cacho mendoza. Raul Garcia. Daniel Rodriguez.m.eugenia çiçekler. Alan.e.cueto. Ben ve ses... Umarım beğenirsiniz. Dörtyıllık iş, kavgalar, atlatmadık. Ama büyük bir grup insan... Saçmalıklarına elbette tatan tatan tara tara tara tara tatan tarara tatan... Haftaya başlıyor beni kutlayıp heyecanı ruhu. O kadar oyun. Fotoğraflar. Kaliteli. Farklı tarzlar. Bu yüzden seviyorum. Bir sürü bilete göç jamaika. Uruguay. Hollanda, paraguay dolandırılan artık esrar kullanan, o olmadan da adalet hızlı hırsızlık ve desapareciones. MM Garip ve naftalin kokusu. Farklı Olmayı Seviyorum Stilleri ve bakış açısı sanatı. Sıkıldım. Sonsuz Stilleri Seyahate beni enxtusiasma daha. Hiçbir şey için korunaklı afanar.m.pagina telif hakkı. Havlar Sancho Benim Stilleri Bir terlik bile bu cromatismo görüyorum her yerde belgelenmiş dosyalarımı için Facebook'ta. Etkilemek severim... İnsanlar sağ kanatları ve uçmak istiyorum. Üzgünüm benim frances söylüyorum isteyen için arkadaşlık atan böncül insanlar kötü dalga sanata her neysen seni öleceksin yani artık açıktı sen en azından bir sanatçı bir şeyler bırak sen ingilizce çok words şef evrim daha bu tur ben vermiyorum. Tur be you one fucking sheat ve eğer sence sanatçılar ezikler ve afanas. Çünkü bu boşluk ve ölü. By by. İllüzyonistler düşmanı. Çünkü bu mantıklı, çünkü cromatismo en sert gidiyor renkli cromaticamente birincil ve ikincil beyaz krem mor turuncu sarı kırmızı daha bir mavi mor siyah koyu gri ve açık gri beyaz böyle götür en ince hareket caffa için bir ton ve altı semitonosden Filitrelerinde'lere kadar tonlu çember ilkeller. Sesleri ve siyah ve beyaz veya desaturan korkularla dolu. Bu bir kitap çıkar okudum adam papağan bile bu stüdyo ışık. Onun çürüme. Güliverim kullanmak. Bu cromatismo. İsteyeceğim. Lütfen bunun işe yaraması için obcenas kelam olan önlemek, kuşatılmış bile aşağılamak değil cinsiyet, şiddet değil, intikam emvidiar ezmek bile değil. Böyle saygı saygın. Aka hepsi aynıdır. Dünya sana faturayı gönderiyor. Ve sonra onu kaybettik ağladık x. De ağlıyor. Önce yere çöp atmak. Önce düşün. M. Ben onu seviyorum. Her şeye rağmen. Siz? Bir fotoğraf başka bir kedi veya bir sincap ' a bile bebek inanç yeğenim doğdu. Hayır mesclo ile özel hayatımı olmadan bu işi kimse maaş sadece benim işim. Ben produsco ve oyunumu paylaşıyorum. Fikirlerim. Çok. Başka bir şey yapmaz. Eğer para yok. Refused other thinck değil. Artık saygı içerir bu sayfa ve fırsatlar doğurur. Eğer seni gibi söyleme. Entrecasa: Qizas çok sever el dorado... Kim dedi ki katları ile yasadışı çiçekler... Herkesin bir tasarımcı. Önemli ressamı vasat? Eğer sana iyi koydun mürekkep. Seviyorum gibi gerçek yaratıcı çalmaz. Gerçek olduğunu. Bu gerçek bir sanatçı olduğunu bir parmak izi değil başka bir kopyasını bırak. Söyledim zaten çalan bir sanatçı yoksul bir adam ya da kadın. Yazılarım hassaslar, dürüst, bazen güçlü ama ben uslu. Gördüm, evleri, binaları, insanları ve dışarıdaki her şeyi. Bugün ötesine görmek arıyorum. Daha Microvisual. Ruh enerjisi gibi. Gerçi ve sayfanızı modernizminde yaşıyorum. Ne zaman kendimi kaptırdım. Ben ve vihace görüyorum ve on beş yıl daha az kötü. Cazibe. Avans bile düşünce. Düz uçuş. Hoşuma giden şu hayattaki bazı çılgınca yedice derinliğini sabuklamasının aslında insan... Bir ara onu eğlendirmesine... Bir şeyler hissetmek... Sıradan şeyler konuşmak... Beni çileden çıkarıyor... Vampir vampir beni arama... Günaydın tabi. Mutlu. Yasal için esrar kullanımı. Şu an yağ. Düşündüm ki başkan ve diyeceklerinizi escucjara hara bunu yapması gereken şey, bu güzel konuşuyor. Huzur onun hiçbir şey söylemeden herkes bilerek nefret ve onu suçlamak için bir şey arıyorlar. Var olmak için. Ben onları çoktan düşünsene gönderirdim. Umarım bir yol bulup bu sonsuz ağlayan insanlar. Bu esrar yasal yasalaşırsa sadece onu savunacak todoscomiendo elini artık çoğu kullanır. Po vsrias hastalıkları önlemek ve hastalıklar artık estudiandola özellikleri olduğunu. Bunlar binlerce. Baş ağrısı ve huzur geldi. Ve ruhsal sorunlar. Gergin. Depresyon. İştahsızlık. Bu bitki derdim bu bitkinin tanrı onlara hediye ve bu kadar iyi incelenirse insanlarımızın zarar değil sean bile kayıtlarına. Herkes. Kendini bilmek zorunda olduğunu anlamak için sizin iyiliğinizi. Bir zaman vardır. Gülmek için değil şaşkaloz gibi değil görmek ve hissetmek için adil olmak ve işe yaramaz bir küstahlık pasifik olmak için en iyisi bu. Espri sağlık için en iyi şey ülkem ve doğal evrim umuyoruz ve herkes büyük olmak. Başkan bir hamle yaptı ve sayı attı ve bir umuttur. Onu deneyin ve görün sizin iyiliğinizi. Özgür bırakmak için ülkemi. Vera zamanla fişleri koyduğu yere koymak gerekiyordu. Aksın ve geleceği ile Arjantin için. Hepimiz kendimizi ve bu başkan dünyanın en iyisidir. Bu bir büyük kardeşlerini dacarles için gümüş x sizin gibi pahalı. Zengin ve çatal bıçak gibi korkunç şeyler elimi cebime ve halkının bu faturalar ecogas gönder implecable bir şirket. Bugün hepimiz görüyoruz hırsızlar gibi çalışanlar bile var relejos gidiyorlar bölgenin sorunlarını kolay opak faturalar. Tavrınız görüyorum hırsızlar gibi bende bir sanat atölyesi neredeyse hiçbir şey öğretiyor ve hükümet savunmanı bir kızım. Ve yalnız bir çöp çöp... Bir şirket. Ama sizinki ile çıkabilir... Bir şirket olduğunu da kusursuz ve adil faturalarını bugün başka bir hırsız gibi ve daha birçok politikacılar değil çöp işadamları umurunda olmadığını ve insanları ezmek uzun süredir sanırken gösterdiler. Yanlış! Portre yapıyorum böyle bıçaklama için kimseyi öldürmüyorsun fiiiiiiuuu ve sana oluyor. Suç uygarlığı yanlış yol engelleyelim. Hapse engelleyelim... Hata engelleyelim... Özgürlüğünü değer... Uzun zaman önce insan haklarına saygı oligarkas bunlar. Çıkmış. Sizce dünyanın sahipleri seni görmek istemiyorum oligarka sonuna geldiğinde senden özür dilerim çünkü sana iyilik nafa geldiğinde senin gümüş ve önyükleme her şeyi bir saniyede. Yüzünü görmek istiyorum korkak ölmek korkusu ile. Ve merhamet istiyor.... Çaldığın zaman rüyalar... Yerler. Hayat... Elinizden geleni ardınıza koymayın... Hadi autocultivo çünkü hayat ciddi gelişme bir tilo mad güçlü ve dan deli zaten bu bir ilaç değil de çünkü kendini iyi hissetmek için. Zarar çok halkımızı ruhun yaraları tedavi. Mad inanç olmalı. Daha yaşamak istemiyorum bu kadar serserilik üretir iktidarsızlık. Depresyon. Ben hep yok dedim. Senin için çalışıyor. Erken temizle. Kısa senin ağaçlar. Exfortate tucada görünüyor. Bize daha önce. Inancım boşlukları ki sonunda kim olduklarını göreceksiniz. Ve degnidad ara. Ve Huzur... Eğer eşcinseller başardılar ada yok. Ve süper bir şey pelotad af kadar yasak değil, İncil'de İncil'de okudum ki konuşmaya ot cehenneme gideceğiz. Biliyorum bu mansaria gürz kırıldım. Negatifler. Karşı onları. Onları deseperenzados. Hala ısrar okuyun kitabı bir dünya "mutlu" Aldous Huxley... Ve bilim kurgu filmleri olan bu bugün modyraban ve hara daha ve bu quesobrevive us örücü değil (belki) değil, bu bir uyum... Insanlar acinar su olmadan tutarak. Gaz fırsatlar. Bu acinar aykırı ve insan hakları. Bıçaklanabileceklerini onlara onları acinadores. Köleciler. İnsan'a ucuz işçilik ve hayvan kullanmak için. Katmayı Belgrano pullara bir bayan 55 0 60 ile küçük bir psikoz önemli bir saçında cirulo göstererek onların mostra superfialismo çok gri ve kırışıklık gerçekten çok güçlü. Şiddet bir cinsiyet kötü. Görsel bir maltrador. Ben bir kadın düşmanı birkaç daha var 30 s ha! Ve sonra da böyle bir felaket villa belgrano. M. Göz var ve var şakası yok. Var olmak inanmak için yaşayanlar ve sonra sonuçları geliyor. Tanrılar inanıyorum. Sana da bir tokat kötü cehalet. Şiddet iyi bir şey çekiyor inanıyorum çekim yasası ve diğerleri. M. Il. Vali onu topu ecogas ". iyi görünüyor şeffaf ecogas tanınmış, uzaklara yollamak ve pahalı fatura ödeme bile. Sana gaz koyuyorlar. O800 ödenmezse ve aynı sana ücret ve pahalı bırakıyorlar ve seni bekleyen kimse yok sana karşılık. Bu onun oyunculuk insanları acinar aykırı ve insan hakları. Ekipsiz gaz ve gaz koymayın artık ödedik. Siz büyük bir yemek olabilir mahkemeye vermek için konfor kasabaya hayat zaten korkunç faturaları ödeme uydurulmuş, ona elini cebine ve önden soyulur deniz... Kendilerini dokunulmaz, kaç büyük hapiste bitti . Yozlaşmış olduğun için para? Yeni bir stüdyodasınız ecogas? Pagatelo sen kardeşim, kasabaya afanas! Ve saklanıyorsun. Göreviniz katkıda bulunmak için kasaba kasaba zengin... Ve kötülüğün hesabını soracağız. Daha iyi gaz koyun insanları. Ya da van. Remal. Bak herkes arasında gazı ödüyor ve sana tekrar kuruldu xq harcayalım o gümüşün in diğer insanları gaz ve yani kahraman kalsın. Hayır sevgili git ön sipariş borçlar ile deniz arasında herkes insanlar daha ne kadar kötü olduklarını ve bu para, gerekli düzenlemeleri için bu gazı ödemediler insanlar para geldik bize bir gün bir gün su. Siz olmadan bir hafta smokey gaz! Artık bana yüzsüz gibi yüzündeki bu parça o olmuş. Herkes arasında enlodados hırsızlık bu yağmur. Çünkü sen koyuyorsun gümüş yaşıyorum elini cebine izin vermeyin! Bizim gümüş iyi görünmek için! 1 macri kalıyorum ve schearetti veya mestre. Birinci sınıf bir olduğunu öğrendim ve bir dünya hayal dokunmak uzun yoldan korkma. Şarkı söylemek. Benim ilk şan dersi sarılmanı dilini bir yigitlik ve eeeee sonra la la la klavye ile pahalı. Yavaş. Biriyle derslerimi bir deneyim temel bir yerde ve notalar nelerdir. Çaldık zaten. Korkma çıkardık yazacak getirmek. Yeni başlayanlar ve yazacak getirmek ve onun keman getirmek. Aka değil bir çok teknoloji atölye ama bilemezsin. Hayır açlık ve dokunmak veya boyamak için de. Zevk için mi, yoksa. Yoğun istiyor, inancı var. Aka seni destekliyor ve inanç veriyor. Güç. Şimdi bilgi yığının sen koyarsın. Ciddiyet. Saati elli dolar... Resim ya da müzik sen saat izliyorum bir ya da iki ya da üç havacıyı... Güvenlik kameraları. Özel için. Rezervasyonlar. Öğretmenler var... Konuş... Ya da bağışlar için ders kobra olan bu yer tutmak için. Hiçbir şey neredeyse... Yoğun çalışmak için var ve senin evinde ve sana hala sanal dersleri için... Bir yaş geliyor sana hiçbir şey şaşırtmıyor. Hep aynı. Bir disk atlıkarıncaya dönüyor. Ne kadar güç onu insan böyle dalga can sıkıntısı. Arkadaşlar bu arkadaş ile gelmek yoğunum bu davayı arkadaşımla tanıştırayım. Bu face arkadaşı davet, seyahat için küçük bir oda ve çift eeeee iste. Taciz. Dikkat. Her parlayan altın değildir. Pazartesi demek için resim sen öldürüyorsun. Iyi şarkı çalıyor ve 3 like. Bir resim koymak kadar 30 beğeni 100. Lis adamlar sadece görünümünü bakıyor insanlar onun işi değil. Onlar için çalışmak ve bu çukur čabar veya bulaşık yıkamak ve müzik dinliyorsun? Daha az? Tablo truchi. Çünkü kayagi harcayabileceğiniz bir boyacı cuadrode canlı hayırrr. Bilet için supercaras kaçının görmek için dışarıda olduğunu bile bilmiyor derler harcandığını ve hatta tüm " kendilerini öldürtürler nasıl gideceğiz. Daha iyi? Bir ülkede brutus. Ve Antipatria. Ve sonra diyecekler ya dışarıda sevdim. Bu ülkem sanatçısı kuartet çıkarıyor beni sorumlu hatia ama bu goriladseguro eğer. Bir mangal yapalım fernet içelim! Vay be letron! Iğrenç! Facebook: Tenemos sorun imformacion almak için. Ha! Rüşvet olacak. Herkese iyi günler. Hatırlatmak istiyorum ki bu bir sanat sayfası. Yukarı desubicadas hiçbir fotoğraf ve fotoğraf kediler köpekler, bu boşluk sadece yorum yapmak için sanat sanat göster. Sanat etkinlikleri yayınlamak ve bir eş. Yardım için sanat eğitimi değil bu ticaret için özel. Tanıtımı bile yararlanmak için grubun olmak yok. Para kazanmak için iş pahasına diğer... Kodlar? Evet! Diyorum ki istemiyoruz bu sayfa broşür aka oyunda gösterilir. Numune vermeyeceğiz aka müşteri almak için bir şeyler gösterir ve onun yaptığı gibi.. Bazı adımları bile olsa. Paylaşmak. Ve artık göster kendini kabul edeceksiniz sizin sayfada gösterir ve bizim vilayet ve ülke. Diğer ülkeler ve yayınlamak. Eserleri göster sorun yok çünkü onlar uzakta. Umarım bu tabii. Mutlu yıllar Silvia'ya cornuti. Umarım kocan seni bir parti onun yüzünden kötü kocam. Çok yumuşak ve günah her türlü cezbedici değerlendirdiğimizde bu yüzden pasta çikolatalı boynuzları götürüyor. Hahaha tebrikler. 60 yıllık mutluluk! Sıçarım teknoloji ve politikacılar. Yacomodados ne olursa... Yengeç! Eğer herkes çalışıyor. Şanslı. Iş sahibi ve sanat çalışıyoruz yiyecek veriyoruz bolivyalıların aguane trump! Yukarı bırakmıyorlar bedava sanat. Biz ona pagamis sueldo. a. insanlar, başka bir paia almak için rezil bir hizmet ve hatta işin kapandığını quesan byrm ile 100 2 fotoğraf koydum bir mesaj daha yoktu ve kredi ve bu siyah söylüyor bu sefer için kredi veriyoruz. O zaman bana eobo ve devam eder. Macri? Dışarı çıkar bu kan emiciler ve eşyalarımızı koy. Gümüş aka kalıyor! Novistar hırsız. Perulu yasadışı. Yasadışı Bolivya pislik. Bizim iş çalarlar inanarak Amerika yapmak istediğimizde arjantinliler hayatta bedava okuyor. Iş çalıyor bizim arjantin oraya gidersen seni ezip, sokaklarımızı pis bir kir dolu alberdi bolivya sokaklarda bu senin ülken değil. Aka kullanılır çöpü temizlemek sepet içinde olacaklarını çöpçüler. M ve saygı değer bizim ülke sarımsak satmayı bırak. Dalga geçmeyin. Sanal bir şekilde çalıyor. Onları kim yönetiyor? Ve Peru. Chilenoschau. Ziyaret görüşürüz harcamak kazandığım parayı kendi ülke ve biz her biri aynı. Çünkü bu insanlar ülkemizin yaşıyor. Bunlar argentinia pislikler sizi. Hayır gel bizim genç motochorro bu arada çalarlar yerler saygıları yok enmugran ve ülkemiz çalarlar. Domuz kafesinden nefret olmadan. Mantık. Ben Arsız'ın elimi komşunun ne! As problem var almak için ınformation. Veririz ona tatlı tatlı çıkardık. Pat yok çünkü aka çali var. Değil. Bırak gelsin başka bir şirket daha verimli. Ve sanal persecuta dikkat. Avukatlar sanal intikam var! Motor bisiklet alın. Küçük bir izin verme hiçbir şey ile onları takılmak gurur vardır. Neyse ısmarlayacaksınız diz çök seni eve bırakayım. Trafics. Topluluk içinde trucho düşünerek gezebilirsin diyor özgür ülke. M düşünerek okuyun "Herkes" seni ezip kötü insan hakları hukuk okuyun. Okuyun... Göz garka olmak için ihtiyacın yok takım elbise. Herkes her şeyi garka olabilir. Dikkat et. Günaydın güzel eserler. Sağ olasın. Kendi. Diğer görünüyor başka bir kopyasını biçiminin artists tanıdıklar. Diğer kaçmalısın mevcut. Ama bu tarz başka artistsa uyduruyorum. Lütfen artık güven var ne düşünüyorsunuz yazın değil tarzı serisi devam edin. Daha ekselansları zaman veriyor binlerce gözleri kimin ezberleyen tarzı ve de çok yakışmış. Binlerce var. Oluşturmak. Icat düşünmek. Kopyalama. Bela misin bu sayfa bu telif hakları var. Binlerce stil oluşturmak için bu bir öğretici bir katalog için bile organize bir stil ve çalışılmaya yapar bunu. Sanırım. Bu etkili değil. Hayır yazar ama okuyun.'


***

DÜŞLER
Bir gün buralarda, bir Orion vardı diyecekler
eARTh'ın yukarılarında, bir sokakta
protonla beslenen canlılar
ve sürekli değişen faz diyagramlarıyla

belki de bir Atbaşı.



Satürn diye bir şey vardı evet belki

belki de Jüpiter'di kim bilir

onların kolonyal şapkalarına benzer

ama şimdi ne yazık ki

hiçbiri evet hiçbiri.



Büyük annem vardı benim

adı Tanjant'tı belki
büyük babası Pera'da
yitirmişti can yeleğini.

Uzakta hala sırıtıyor Newyork
ve ölmek istemiyor bir türlü Konstantinapolis
ama her şey bir diyagram şimdi
ve küllerin arasında geziniyor
gölgelerden gölgeleri.

Bir gün buralarda biri varmış diyecekler
saymakla bitmez belki, ama kimdi onlar
yılan oynatıcısı bir Sih mi?
dağlardan ve ırmaklardan ziyafet masasıyla
şanı yayılmış Darius?
kimlerdi onlar!..

Bir elin parmakları değil şimdi
belli ki Tanrıları  çekip gitmiş olmalı
her şey dijitaldi belki   
belki de bildik illüzyonlar.

O gezegene  bir bakın şimdi
orada da yoklar, kurtulmuşlar acılarından
görkemli sanrılarıyla, şatafatlarından

Son İç Çekiş'in öyküsünde geçiyor bunlar
bir daha ki gelişimizde cennet-
cehennem olmayacak bil ki
diye haykırıyor biri.

Düşlerde bile canlandıramadığımız
o anılarda şimdi...




***







MELANKOLİNİN KIRILGAN TARİHİ
Başını koyar koymaz uyuyandan gözlerini istedim
Düşlerinde bile gülümseyenlerden düşlerini
Efemera işleri ve madalya düşkünlerinden cesaretini
İbrahimilerden sabırlarını
Ve şeytan geçitlerinden hilelerini istedim.
Tanrı sancısıyla kıvranandan tanrılarını
Ucuz saat takan ve üçüz çocuklara bakandan niyetini
Beklentilerini umut tacirlerinden
Ve çiçek yetiştiricilerinden cennetlerini istedim
Kaale almadılar
Gitmek istedim.

***





FÜRUĞZAD

Şiir nedir diyorsun?..

Mavi kanatlarınla gözlerime bakarken...

Şiir nedir diye soracak mıydın sen?..

Canımın canı içinden geçerken.

Ey gecelerin yasemeni, aşk bahçelerinin gülü

Şiir nedir biliyor musun?..

Yalnız ve yalnızca sen...


***


RUH

Eğreltilerin, at kuyruklarının, çalı dikenleriyle dolu yamaçların, cadı fındıklarının, deliler uçurumunun ve tilki kuyruğu çamlarıyla dolu koruluğun arasından, yukarı doğru tırmanıyorduk...

Taşların kahkahalar attığı, düz bir yola çıktık. Tozun ve hırpaniliğin dizginsiz dili, ancak buralarda geçerli olabilir diye düşündük. İlerde bağlar, minicik yaylalar ve Çökilyas dağının etekleri eşlik ediyordu artık gözlerimize...

Bir karakuş uçtu orman yemişlerinin içinde, sığırcık değil bu, başka bir şey, hiç kaçmazlar ama, hiç bir zamanda yakalanmazlar. Çünkü, kaçan yakalanır demişti bana, Eşe Bekir'in kızı Nevriye...

Çocukluk ne büyük bir dünya, ne büyük bir cenneti âlâ... Sırtları baştan başa kaplayan papatyalar, baştankaralar, taşların arasında, örümceklerin bile yaşamadığı bir köreltide, tek başına kokular yayan sümbülcükler, armut ağaçlarının, bir azizenin başında dönen bulutçuk gibi bembeyaz çiçekleri, bir türbeyi kıskandırırcasına imansız ve acımasız!..

Yürüyoruz...

Güneşin sesi, bize eşilik eden tek canlı gibi...

Siz siz siz siz siz siz siz siz siz siz siz siz siz siz siz!..

Orman masallarında ki cücelerin, gerçekte yavrularıyla geçen domuz sürülerinin, insan belleğindeki gizençli yansımaları olduğunu biliyorum. Yitip gittiler işte, el değmedik Havva yemişlerinin ve gün ışığının sızıp parçaladığı orman cinslerinin içinde...

Ama buraları bozkırla dolu ve Çökilyas dağı bilinir ki, cinleriyle ünlü, sessizliğin sesinde dolup taşan, çırılçıplak düşleriyle nam salmış bir bodurlar ordusu...

Av tanrıçasının; gözü gökyüzü görmemiş hayvancığını, ben düşledim ama...

Kırmızı topraklar başladı işte, üzüm kanıdır o, kızıl toprakta adı. Dünyanın en güzel, en tatlı, buruk kokulu üzümleri burada yetişir, köylüler bilir bunu ama bütün bir dünyada bilmez. Yaşam yazıklanmalarla, hayıflanmalarla geçer, gümüş gerdanlıklar ve gülücüklerin gamzesiyle, melankolinin bitip tükenmez sağanağında...

İşte bir akbaba yükseliyor su deposunun ardında, içinde 33 (İsa'nın yaşı) yerinden bıçaklanarak öldürülmüş bir aşığın, ölü gözlerinin saklandığı... Köylüler 'Sonuncu İsa' derdi ona!..

Aşkın, dünyamızın iyilik ve barışla dolması için tek yol olduğunu ileri süren bir dervişmiş, aşık olduğu kadının evi önünde, örenlere yaslanıp, gece yarısı yanık türküler söyleyince, içerideki hane halkı tarafından linç edilmiş. Kıranardı mezarlığında yatıyor şimdi, tozu bile kalmayan bedeninden, hâlâ İrem kokuları yayılıyor ve acıklı bir türkü mezarlığın içinden tüm köye dağılıyor...

Bu köyün adı da İsabey; İsa ile ilgisi yok gerçekte, insanları çok sosyal ve insan severdir... İsa, Musa, Mustafa hepsi birdir onlar için ve hepside bir devrimcidir. Zamanın törpüleyerek hiçselleştirdiği güneşin ayetleri ve göksel vaazlar... Köylüler dibek başında tanrının varlığını da tartışmaktan asla kaçınmazlar.

Akbaba, Çökilyas dağının arkasına doğru yitip gitti. Bilinmez, belki de başka bir gezegencik vardır orada ve belki de bu akbabayı artık, ömrüm de bir daha göremeyeceğimdir. Ne acı, kimselerin bilmediği, başka bir dünyada yaşıyoruzdur biz belki de, ama umut doğamızda var, o ölümsüzlüğün ilacı ve ulaşılmaz özlemlerimizin, damağımızda kalan buruk tadı biliyorum.

Bir fırtına, bir ağacı aldı götürdü işte, ağaçta yaşayan 'Derviş Dede'de uçtu göklere, az sonra köylüler onun bir ermiş olarak dumanlı bacalardan indiğine ve herkese bir kesecik içinde, altın birer akçe verdiğine bağıtlar sunup, ant verecekler!..

Bağlara varmak üzereyiz, dağın eteklerine yakın taşlı tarlalardır buraları, su yok, yaşam yok, yalnızca güneş var, güneşin bağışladığı ne varsa, canlılar için tek muştu da odur ne yazık ki...

Bağın içlerine daldık, deli dolu koşuyoruz sağa sola, kuru, yeşil yapraklar, kararmış toz içinde salkımlar, karıncalar, yalnızca düşlerde gezen kırmızı tavşan, gözden çıkarılmış bir heybe, uyuklayan kertenkele ve ilerde örenlerde çöreklenmiş bir yılan, unutulmuş sepet ve kurumuş pınarın yalağında kıpırdayan bir yengeç bizi bekliyor!.. Bilinmez, yengeçler sonsuza dek yaşayacak tek hayvanmış der köylüler ve işte bir anda; karanlık bir kovuk gibi önümüzde beliren, bağ evine giriyoruz.

Aman tanrım!..

Her şey gerçek, her şey bir düş ve her şey tatlı bir yalan mı bu dünyada ve cennet ve cehennemde yalnızca burada mı...

Bir kafes var bağ evinde, diplerde değil, neredeyse ortayında bir yerde... Sazdan örülmüş, özenli, göz alıcı bir dünyacık, kubbesi bile var. Çizgilerle toprağa değen dalları arasında, kafesine neredeyse sığamayan, ömrümde bir daha ne gördüğüm, ne de görebileceğim renklerle dolu, ışıltı yayan bir şey var...

Burada ne arar bu, nasıl yaşar, suyunu kim verir, açlığını nasıl giderir, ne zamandan beri buralarda yaşayan bir esire, göz alıcı bir cariye bu ve daha ne kadar yaşayacak burada, bu eşi benzeri görülmemiş, insanı can evinden vuran varlık...

Tanrı var işte, tanrı var, yoksa nasıl yaşayabilir ki, buracıkta, bu dünyalar güzeli şey!..

Onu yaşatan tek varlık tanrıdır sanırım ve tanrı, onun ta kendisidir, çok iyi anlıyorum, başka türlüsü olamaz ki, böylesi bir varlık, böylesine yaşayamaz ki...

Nasıl var olabilir buracıkta, bu gizemli yaratık, bu tanrıcık. Böylesine can alıcı güzellikte, nasıl bakabilir bize, bir söylenceyi anımsatan, cennetsi gözleriyle...

Kuyruğu, acayip bir kokunun, miski amber biçiminde uzanan kıpırtılarıyla dolu, kanatları sonsuzluğu arayan özlemlerle bezeli, gözleri nazlarla süslü, göğsü dünyanın tüm sevgileri, bin bir çeşit renkleri, tüycükleriyle kaplı, üst üste yığılı, ılık ve yumuşacık bir düş bu, sevgilinin; Kevser şarabıyla dolmuş göğsüymüş gibi sanki...

Göz göze geldim, gök kuşağı renginde, harelerle yanıp sönen bir şey bu!..

Çarpıcı, eritici., tanrısal bir güzellik...

İşte büyüleyici, bu kutsal ve yaratılmış estet karşısında; ürpertiler içinde geri çekildik.

O düşler ötesinde, görülüp, duyulmamış bir masal.

Us dışı bir canlı...

Ah çocukluk!..

Aradan nice zaman geçti ve işte bugün, bu sanrının nedeni, bir çocuğu yaşamı boyunca büyüleyen, bir gün bile elini bırakmayan o şey, o ölümsüz varlıktı...

Gökkuşağı Tanrısı...

Estet duygusunu, o gün, kök salmış güller, gümrah, kırmızı zambaklar gibi bağrıma dolduran, renklerin düşselliğiyle dolup taşarak; düş evime doluşan, o canlı melekti biliyorum.

Bugün bu özlem ve bu anıyı dile getiriyor ve ''eARTh''ın peşindeki sevda yolcuları gibi, geçip gidiyorsam elem denizlerinden, özlemler içinde, işte o yaratılmışa borçluyum, her şeyi ben...

Ama şimdi o çılgınlık, o renkler, bambaşka bir dünyanın, keder veren yazgısına; çoktan kavuşmuştur biliyorum.

Biliyorum, ancak ayrılıklar ve özlemini duyduğumuz şeyler, can alıcı güzellikte olabilir...

Ne yazık ki...

Yaşamın biricik özelliği budur, özleyiş olmadıkça, arayış olmadıkça, ne cennetin varlığı, ne de sonsuzluğun, ölümsüzlüğün bir anlamı, ne de yaşamın bir tadı olabilirdi.

Bir umudu taşımak ve onu hep yaşamaktır bu dünya ve o günden bu yana söyleyebileceğim tek şeyse; 'Hoşçakal Tanrım' sözcüğüdür.

Varlığı ruhun derinliklerinde, el değmedik gözelerinde sürüp giden ve sürgit tüm yaratılmışlara, ödünç verilmiş bir armağan gibi geçen, evrenin uçurumlarına sinen ve bir gün ışığı gibi tüm varlıkların, özüne, tözüne sızan ve sonsuza dek yaşayacak, varlığını sürdürecek olan; Tanrı!..

Güzelliğin, sevginin, yüceliğin ve sonsuzluğun saltanatı!..

Tek amacı evrenimizin, tek nedenselliği, kozmik erişilmezliğin, kavuşulmazlığın...

Bir estet peşinde tükenip gidecek kozmosumuzdur tanrı bizim ve evren saltıklıkla bir estet arayışıdır.

Artık söylemeliyim!

Şu dünyada,

Büyüleyici güzellikte,

Gök kuşağı gibi bir şeydi benim gördüğüm!..

Evet...

-Kınalı bir keklikti o!-

Yalnızca!..






















































































 

 

KATİ

III

Sanat öyle zorlu bir uğraştır ki, onu terk edenler, geriye düşenler ve dökülenlerden arta kalandır, o bildik sanatçılar, ötekilerin sentezi ya da bir tür posa!.. Sanat kıskançlıktır bir bakıma, kör yazgının birbirine sürtünen mıknatısı ya da tuhaflıkla, yaratılışımızın naturasında, iç güdümüzde yer alan, belki ilkel çağların avlanma ya da mülkiyet tutkusunun doğuşuyla damarlarımıza sinmiş öldürücü yarışım. Resim geçmişin versiyonlarından türeyen bir drawing diktatörlüğüdür, müzik tanrının düşüncesi ya da belki de sesidir ama doğadan ya da geçmişten gelen uğultulardır o, yazın, okuduklarımızın amansız türevi ve onları aşkınlıkla yerle bir etme duygusudur... Böyle konuşulduğunda Kati, sen yaşamında nelerle karşılaştın ki bu denli acımasızsın diyorlar. Oysa yazın bir biçemdir, anlatım gücüdür, kendine özgü vurgu geliştirme çabasıdır, kimse demir eldivenle çıkmaz podyuma sanatta, kimse sapkınlığın ya da paranoid şizofreninin sözcülüğüne soyunmaz. Çünkü o sanat değildir, güdümlü roketin varacağı yer yıkımdır, sanat ustasına göre kişneyen bir saltanat kısrağıdır belki ama o gene de çayırların ve menekşe tarlalarının, lotus çiçeklerinin yurdundan gezegenimize doğru yol alan bir esintidir.

Öyleyse sanat bizi kurtarabilir belki, cennetin yoluna ancak sanatın kılavuzluğunda düşebiliriz, sanat doğrudanlık içermiyor evet ama zamanın akışında, insanın tarihsel yolculuğunda, o bizi ehlileştiriyor, pençelerimizin ele dönüşerek İsa’yı kucaklamamız gerektiğini söylüyor, öğretiyor. Sevginin en kutsal yetimiz olabileceğini anlıyoruz onunla, tanrıyı görebiliyor, onunla söyleşiye dalıyor, yüz yüze olabiliyoruz sanat aracılığıyla, Marks’ın atası Şeyh Bedrettin’in Serez’in esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkanının karşısında, yapraksız bir dalda sallanan cesedini (ölüsünü demeliyiz), kutsamamız gerektiğini anlıyoruz ondan. Giordano Bruno’nun karanlık hücresinde geçen yıllarda, gündüzleri bile yıldızları seçebilen gözlerinin, bizim yolculuğumuzu aydınlatan fenere dönüştüğünü öğrenip, bilebiliyoruz onunla. Sanat saltık düşünce, saf bilinç ve tanrısal tözün özüyle bütünleşmektir gerçekte, onun ruhani arılığı, elbette içgüdülerimizde hala kötü emellere yol açan bir işbirliğine dönüşebilir ama bu sanatın değil, bizim primitif iç güdülerimizin, henüz usdan geride kalan bedenin anomalilerinden öteye geçemez. Sanat tanrının elidir. Yakup’un düşlerindeki merdiven, bakire Meryem’in gözlerinden süzülen billur ve tanrının düşlerinden de yeşil gezegenimizin geleceğidir…

Kati senden hiç ayrılmasam da ben, seni kıskanırım. Çünkü kıskançlık, bizim tanrısal bir umutla süsleyip beslediğimiz, gelecek özlemini içinde sakladığımız cevhere verdiğimiz addır. Borges, okuyun çünkü yazdıklarınız daha önce söylenmiş olabilir diyor, düşüncelerimize fazlaca bel bağlamadan konuşmalısınız diyor, çünkü bizler bilgi okyanusunun partikülleriyiz, evren estetik bir çaba, bizde bir bilinç yongası ve kaosu kozmosa çevirmeyi düşleyen o evrenin kıvrımlarında saklı, görünmeyen yalvacın tilmizleriyiz. Bizler öğrenciyiz Kati… Senin kutsal varlığın beni büyülüyor ama ‘kör yazgım’ seni benden uzaklarda yaratmış.

Kati, ben tanrıya inanmıyorum, ama işte belirttiğim gibi düşüncelerime fazlaca bel bağlayamam ben, bunu öğretti bana geçmişin bilgeleri, öyleyse tanrıya inanıyorum, Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’yim ben, ama bu kararsızlığım jakoben ruhları incitebilir, gene de şöyle düşünüyorum, aslolan düşüncedir ve rüzgarın yönü nereye eserse essin, düşünceyle karşılaşabiliyorsak biz, ‘Yaratıcıya’ yaklaşıyor ve eğitiliyoruz demektir ve o sonsuz tözün gizine, o sonsuz barışa, insanın insan olma yolculuğundaki arayışa, bir adım daha atmış oluyoruz demektir. Düşünce benliğimi tutsak alıyor benim, salt düşüncenin yongasına dönüşmekten korkuyorum, çünkü varlığımın o bildik yapısına tapıyorum ben, -alienation- başkalaşmaya bu denli hazır değilim, hiç birimiz hazır değildir belki, biz tanrı kavramının kulları, onunla bütünleşme ereğiyle dolu evrenin umarsız yolcuları, evrenin gizlerine erme peşinde, ateş ve toprak, rüzgar ve yağmurda sürüklenen bir dünyanın kutsanmış canlılarıyız, ama Kati neden hala birbirimize düşmanız biz, utançsız canavarlarıyız mı demeliydim, neden Hiroşima tiryakisiyiz, neden Amazon ormanlarının deccalı, Persepolis kütüphanesini yerle bir eden, düşler kahramanı bir 'Kılıç Artığı'nın tilmizi, bir kılıç suyuyuz biz.

Kati, gerçekte insan kendini yüceltmek, tanrı kavramını üretebildiği için, alevle süslü bir ayrıcalık duygusu yaşamak istiyor. Bu tanrı kavramımız gibi bir soyutlama, bilimsel bir öne sürme değil. İnsan bir yaratık / yaratılmış sonuçta, maymundan gelmedik diyenler, ruhsal, düşünsel anlamda soyluluk arayan bir pozitivizm duygusu içindeler ve ne yazık ki haklılar… Prensipte, diğer canlılara göre, düşünebilen tek canlı insan, bu yüzden diğerlerinden teoremada ayrıcalıklar üretme gereksinimi duyuyor, ama bunu bir inak, -skolastizme-, varan bir düşünceye dönüştürmek güdüsü, onun kurtulmak istediği uçuruma daha da düşüp, yuvarlanmasına yol açıyor. Şunu bilmelidir ki düşünmekle cezalandırılmış olan varlık, insansı, -bu ceza ilahi bir ayrıcalık sunar ama- herhangi bir ileri sürmeye -kesinlikle- karşı çıkma alışkanlığından vaz geçmelidir, kesenkes doğru alışkanlığının, peşinde koşmayı bırakmalıdır, seçenekler bulamacından açık denizlere yolculuk edebilmeyi öğrenmelidir. Hiçbir düşüncenin diğer bir düşünceye göre kesin bir doğruluk barındırabileceğine inanmıyorum. Çünkü o zaman hayvanlaşan insan oluyoruz Kati, Emile Zola’nın çocukları oluyoruz. Düşünce enginliğe ve sonsuzluğa yolculuk… Düşünceler üretmekten önce, düşünceye katlanmasını öğrenmemiz gerekiyor, bu anlayışın aksi, ilkel çağlardan kalma bir dürtü olur, bir alışkanlık, belki de bir bağış. Örneğin aslanlar maralı avlar, timsah balık yer, yüzyıllarca sürer ve değişmez bu, onların bu düşünsel yaklaşımı, gerçekte bir inaktır işte... Maymundan gelmedik düşüncesine kesince karşı çıkıp, inat etmek, timsah ve aslan alışkanlığını sürdürmektir, bizim açımızdan. Çözüm, düşüncelere bir kesinleme olarak karşı çıkma tutumunu bırakmaktır kanımca, evren bir estetik arayışıysa tersinirlikte kutsal sayılmalıdır evet, din ateşin şiiriyse, bilimde buzun şiiridir belki, ayrımlar bizi varsıllaştırıyor, doğrular sürekli değişebiliyor, bir çiçek açsın, bin düşünce yarışsın mottosu güzele gazeldir Kati…

Maymundan gelmediğimizi düşünelim, ne yararı olabilir ki, gerçekliğin tutsaklığına boyun eğdiğimizde, maymunun doğaçlama yaşamına ayetler indirecek kadar vahşileşmiyor mu insan. Ne var ki düşünüyor ve bir umudun peşinde dualarla ritüeller üretiyoruz biz, deyim yerindeyse, teknolojik büyülerin göz hapsinde, evrenin gizlerini arıyor, yurtlar değiştirmek istiyoruz. Tanrıya sığınmak, maymunun bile bel bağlamadığı bir anomali değil midir, sanıyorum ki nedeni şu; Tanrı, düşünce, önyargı ve alışkanlıklarımızın günah çıkartma kulübesidir, Delphoi!.. O tek kişilik bir amnesty örgütüdür ve çoklu kişiliği daha zahmetli olabilirdi. Günahlarımızdan kurtulmak için başvurduğumuz bir tözün cismani monarkı, bir teokrat ve ona korkunç derecede gereksinimimiz var. Bir gün bir yolcu, bir softa ya da mürşit, tanrı artık yok deseydi, bir köşede inanmayı sürdürürdüm. Din onun ticari, sınai, sosyal, kültürel formasyonunun dünyevi bir örgütlenme alanı olarak, göz alıcı bir ajansı, ofisidir. Uhrevi olanın dünyevileşmesidir. Endüstriyel bir gözbağcılık ve sanatsal yanı ağır basan bir görkemin dile getirilişi de diyebiliriz. Dünyamızın başkaca tansıklar üreten, düşünceyi eğip büken endüstriyel ve sanatsal kesimi, dinsel ritüelleri, figürler ve illüzyonların büyüleyiciliğini, görsel ve düşünsel anlamda, henüz aşamamıştır ve bu insanlık tarihinin bir birikimidir, üstelik sosyal varlığını, dinsel totemlerin büyüsüne borçlu çağlardayız henüz biz, aşabilmiş değiliz. Armstrong muskasıyla el salladı aydan bize, bu bizim ritüelimizdir. Ne var ki bizler, olgulara bağlanmadan ya da boyun eğmeden de tanrıya inanmak ve bir din kurgulayabilmek için önünde engeller olan yaratıklar değiliz. Dinsel çeşitlilik bilimin uçsuz bucaksızlığıyla yarışabilir inanın. Din bilitlerimizin skolastik varsayımlara, sabitel dogmalara, tinsel doktrinlere dönüşmüş versiyonlarıdır. İnsan maymundan daha önceldir evet, ama bu görecelidir ve insanın tüm bu gelişmelere karşın maymundan daha vahşi olduğunu ileri sürebiliriz ne yazık ki. Öyleyse bir maymunun, tanrı indinde, insandan daha yüce bir varlık olması söz konusu olabilir mi, düşünceler, eğer tanrının vicdanı ve kutsal yargılayım adına bir tüzesi varsa bu böyle olabilmeliydi diyor ve büyük olasılıkla da öyle olması gerekiyor!.. Ama bir umuda bel bağlıyor insan yavruları ve düşünme yetisi, düşünce dediğimiz en büyük güç, evreni yerinden edebilecek manivela, insanın tekelinde, bu kurguların insan tandanslı çıkarımlar olmasına yol açıyor ve birer kesinlemeye dönüşüyorlar. En güçlü insansılardır ve tanrının sağ elidir o… Çünkü insanın dişil, düşünen ve üreten, tersinir bir kutbu, bir diğer uç, bir karşıtı yok görünür evrende, başka bir uzamda, başka bir zamanda vardır ama belki de!.. İşte insanın bütün yücelimi, ulu varlık olduğu sanısı, bu ayrıcalığından ötürüdür ve bu töz, öne sürme bir gün çöküşe geçtiğinde kavramlarımız yerle bir olacaktır.

İnsanın düşünceden öte, en büyük düşsel gücü, tasımı, diğer canlılara göre bir illüzyon sayılabilecek, bir umut taşıması, bir umuda sığınabilmesidir. Bu onu ayakta tutuyor ve bu onun, kendi öz kıyımına yol açabilecek bir başlangıcın mihenk taşı da olabilecektir. Umut bir güzellemedir ve cennet bir varsayımdır Kati… Umut diğer canlılara göre, bizim için minimalist bir yaklaşım sayılabilir, küçük bir ayrım gerçekte, bir umut taşımasaydık daha iyi olabilirdik diyebiliriz belki de!.. Çünkü umut olanlara, katlanma, dahası kabullenme ve bir onay güdüsüdür, iyiliğin ve insan olma uğruna düşlediğimiz yücelimin geleceğe bırakılmasıdır. Umut özkıyımın başlangıcıdır, post modern bir vargı, bir kara yazgı olarak! Öyleyse, din açınlı ya da diğer öne sürmelerin, tüm önerme ve düşüncelerimizin ölümüne çatışması, içinden çıkılmazlığa sürüklenmesi denli, insanı maymunlaştıran bir davranış biçimi yoktur diyebilmeliyiz!.. Düşünce bizim için bir cezadır ironisi, belki de gerçektir, öyledir dememelidir ama, pratikte maymundan gelmedik, biz ayrıcalıklıyız savı, bizi birbirimize bu kadar düşürebiliyorsa, tanrının varlığına karşın, biz maymundan daha gerideyiz ve kötücülüz demektir. Çünkü teknolojik dehamız, gökada dışındaki yolculuklara, evrenin sınırlarına, başka dünyalara ulaşabilmemiz, bu tür düşünce ve içsel güdüler, kendimizden kurtulduğumuz anlamına gelmiyor, kim ki tanrıyı, inancını, düşüncelerini inaklaştırıyor, o maymun bile değildir, çok daha kötü bir anomalidir o... Maymun, verili bir düzenin yaratımı, cismani bir tasımı olarak gerçekten günahsızdır, masumdur ama insan tanrılar kurgulayarak, kurban ve sunak cehennemi, vahşi bir uygarlığın kuramcısı, yaratanı ve yazılımcısı olarak, gerçellikte tanrıyı yadsıyan bir canavardır, eşi ve benzeri de yoktur kozmosumuzda!.. Öyleyse, gerçel anlamda tanrıya sığınmıyoruz, umut adını verdiğimiz bir oportünizme -günoğulculuğa- sığınan iki yüzlü canlılarız biz. Tanrının indinde, hiç bir ayrıcalığımız olamaz, maymun türü neyse, bizde insan türüyüz ne yazık ki, türlerin kardeşliği... Tanrı indinde tek bir varlığız kısacası, tüm varlıklar, sayısızca olsak bile… Görünen o ki, düşünme yetisi henüz bizi diğerlerinden kesin bir ayrıma kavuşturabilmiş değil!..

Bir matriks gibi aşkla bağlanımın, us sınırlarını parçalayan bir bilinç akışının, görselleriyiz biz Kati…

Aşkın denizinde dalgalanıyoruz, usun okyanuslarında savruluyoruz ve sürgit bir liman arıyoruz…

 

***

 

Kati başka bir konudaki sancılarımı paylaşmak istiyorum, uygarlık nedir, örneğin uygarlık gelişmiş bir  cenini kürtaj yaparak bir canlının yaşama hakkını elinden almak mıdır, bu bir kesinleme değil ama karşıtlar için Ispartalı’ların sakatları uçurumdan atmasıyla paralel duygular üretebiliyor bu görüngüler. Öyle büyük varyantlar var ki insanın insan olma kaygılarının içinde ve yolunda karşısına çıkan düşünsel kasırgalarda, tümü birer anafor. Doğrum ve gerçeklik zaman ve uzamda öyle hızla yer değiştiriyor ki, insaneller yetişemiyor onlara… Avrupa’nın bazı başkentlerinde dolaştım, Paris, bir tür elektrik trafosunu romantizmin simgesi olarak sunmuş, oysa o Metropolis’in bize ilettiği bir ağıtın, görsel duyurusu olmalıydı, bir tür utanç ya da yas. Oralarda, şizofrenik ilan edilen doğunun kadınları denli fütursuz giyinen bir insan görmedim, giyim özgürlük olalıdır ama ilgiç olan onu taklit edenin ustasından daha cüretkar olması ama bu parçalı duygu, onun pek çok başka konuda ilkellik içide sırıtmasını önlemiyor ve yaptığı bu ambalajsı atılımlar onu gülünç kılmaktan kurtaramıyor. Hindistan, dünyanın kendisinden büyük olmakla bu safsata selinden kendini kurtarabilmek için akla karayı seçmedi mi, uzatmayalım, kendisi olamayan hiçbir varlık mutlu olamayacaktır, us yoklağanlığıyla depresif algılar arasında gidip gelecektir sürgit  o, tarihin kara sayfaları hiç bitmeyecek anlaşılan. Kati uygarlığımızın formülünü vereyim sana, nükleer güç, bu düşünsel antagonizmin, barışın, modernizmin, çağdaşlık girdabının ve her tür gelişimin adına ün verdiğimiz üstenci toplumun aforizmasıdır işte, nükleer güç!.. Düşün ki ondan yoksun toplumlar her tür sorunsalla boğuşurken, tüm kusurlarını, suçlarını ve ağır günahlarını üstlenmek zorunda bırakılıyorlar uygarlığımızın. İsveç, Norveç gibi kasaba ülkelerinin, bir avuç nüfusuyla, uygarlığın Don Kişot’luğuna soyunması ne denli doğru Kati, onlar ateşli cin satışında gezegenimizin en üst sıralarında ve teröre gereksinim duyan sınai anlayışıyla, barışsever görünen kabilelerin en önünde yer alıyorlar Kati… Barbar ve vahşi kapitalizmin Barabbas’ı onlar Kati, erdemin bilgeleri, iyiliğin Meryemleri, sevecenliğin Sindrella’ları onlar… Ama ateşin oyuncaklarını dünyanın  gözden ırak köşelerine, uçsuz bucaksız plajlarına kadar ileten Kızıl Tugayları gene onlar. Taliban’nın surelerini kanla boyayıp, burkalarını, sütrelerini cehennemin simgeleri sayan gene onlar.  Giyom Tel bir iyilik perisi mi, ölümün yeşil lusiferi mi  Kati… İnsanlık şizofreninin şaşaasında, gökadalara doğru kanat çırpan bir ölüm meleği mi Kati… Yoksa bu bir anomali mi… Lawrence’nin kanlı fistanlarında, saltanatlar süren kardeşliği mi… Monaco’da fuhuş ve kumar cenneti kurmuşken dünyamızda, mazide kumlara gömülen kadınların kurtuluşu adına, kanatlar altına alınan nisaların laneti mi?.. Dünya denizinde yüzmeyi, dağlarında özgürce soluk almayı beceremiyorum ben Kati… Doğu bir düşünce önderi olarak, tilmizini, süreğenini, atom çağına, sibernetik çağa, ultra teknolojik çağa sürüklenen bir dünyada, görüşlerinin reformize edilip, yenilenmesini sağlayacak materyallere erişecek, görüşünü çağa ve moderniteye uygun yeni söylemlerle, yeni dünyalara ve ufuklara taşıyacak savdaşlarını yetiştiremeyip ya da o türden ideologlarla düşüncesinin pekişmesini sağlayacak enstrümanlar olmadan, skolastik, bir inağa bürünecek biçimde görüşleri yinelenen bir figüre dönüşmüş ve düşünsel simsarlığa yol açacak, üstenci bir kimlik sağlamaya yarayan bir anlayışa yaslanır olmuş, karagaşaları ve kara düşüncelerin içinde boğulan bir anomali Kati… Günümüzde ve geçmişte düşünsel  sömürüyü yayan, uğraş edinen, üzerine yeni düşünsel formatlar, aforizmalar, mottolar, çağa ayak uyduracak düzeyde, düşünsel öngörüler eklemeden, yeni doğan güneşe uyarlamadan, topluma bir küspe gibi sürgit önüne koyanlardır. Marksizm sürekli yeni jakobenleri aracılığıyla geliştirilmiştir, bütün ideolojiler, düşünce öbekleri, kapsantısına paralel olarak, çağa uygun yeni söylemler gerektirmiyor mu, aydınlarımızın, bilge yurtseverlerimizin gereksinir olan anlaksal dönüşümü, tez olarak üretecek, görkemli düşünsel yapıları, geleceğe taşıyacak versiyonlarını ya da zamanın gerisine düşme olasılığı olan ileri sürmelerini değiştirip, geliştirecek, çağa uyarlayacak bir çığırtkanımız, aşığımız ya da şövalyemiz ya da bilgemiz neden yok bizim, Toplumlar alabildiğine sömürülüyor Kati…

 

Alfabetik afra tafralarla gezegenimiz bir çıkışa kavuşamaz Kati, Jöntürkizm bizim ayak bağımız Kati.. Örneğin Marksizm ve Leninizm her şeye karşın bugünkü Rusya'nın temellerini atmıştır. Jöntürkizmle bir anlamda çağdaş bu görüşler, Rus İmparatorluğu, Osmanlının çağdaşıydı, tıpkı onun gibi yerle bir oldu, Rus Cumhuriyeti'ne dönüştü, peki ne oldu da o Sputnik Cumhuriyeti'ne evrilirken, siz tekerleksiz kağnıya bile ulaşamadan, bir adım bile ileri gidemeden, bir pespayeliğe dönüştük biz, düşünmesini bilenler bu hatayı nerede arayacağını biliyor, biz savaştan çıktık ha, bakın Rusya’yı, Hitler daha dün yıkıntılar arasında ilahiye çevirdi. Sizin kanınıza bir şey zerk edilmiş,  aşılanmış belki de!.. Doğrulma olasılığı yok gibi, umuda sarılmak her zamanki gibi en iyisi!.. Biz köpeğinin adı Fox olan bir kopya bir kopya veya mutant cumhuriyetiyiz dememiz gerekir, susuz çölde bloody mary içmek illüzyonu bu, sonuç şu Kati, geri kalmış ülkelerin aydınları toplumdan geridedir, gelişmiş ülkelerde bunun tam tersini gözlemleyebiliriz, orada aydın ileri düzeydeyken, sırf bundan ötürüdür ki, kitleler bilisiz olma hakkını kullanabilir,  çünkü onun aydınlanma görevini üstlenen öyle Don Kişot ve şövalyeleri, kanaviçeleri vardır ki, gerçekten bilgiyle ilgilenme zorumu ortadan kalkıyordur. Onlar pek sağlam ve kuşkuya yer bırakmayacak denli güvenilir ve donanım varsılı bilgi erleridirler ve aydını geri kalmış bir ülkenin çağdaş düzeyi yakalama olasılığı da yoktur, toplum ileridir belki ama çobanları belleksel anomali içinde bir tür meta yada bilim kurgu versiyonu bir eşyamsıdırlar, bir tür anomali!.. Yadsımacılar olmasaydı Tanrı varlığını sürdüremezdi Kati, onun kendina tapınan inançlılara değil onu sürekli bir tartışma, çatışım konusu yapan yadsımacılara gereksinimi vardır. İnanç yadsımacılar sayesinde değer bulan bir nendir. Yadsımacılar tanrının hükmü sürsün diye kendilerini feda edenlerdir. Herkes aynı şeyi düşünseydi hiçbir nenin varlığından söz edemezdik. Doğruyu tekeline almak siteyenler gerçek yadsımacılar ve düzenbazlardır, varlık, inanç, düşünce insanın özüyle sınırlıdır, zorumla empoze edilen her şey  insani bir dayatma ve dünyevi bir despotizmden öteye geçemez, neyin doğru olduğu gerçekte tam olarak bilinemez ve öngörülemez ama gelişme tüm bunların sentezi ve vardığı dolayımın yaygınlığıyla kendini gösterebilir. Bu nedenle, düşüncelerimizi dile getirmek, getirebilmek tanrının da ötesinde kutsal bir edim olduğu bir var oluş sorunsalı olarak ileri sürülebilir. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

MAHCUP

(Bayağı Şiir)

Kıyamet günleri yaklaşıyor artık dünyada

Korona biricik tacımız ve başka kraliçe de yok karalarda

Sen Harun Reşit’in kızısın, saklanıyorsun Bağdat’ın oralarda

Sonbilge kuyruklusu geçti dünyadan dün, kimse

Çevirip başını bakmadı gökyüzüne

Dünyadan umudum yok değil

Dünya yok artık bu dünyada

*

Sen mahcupsun, ben mahcup, o mahcup, hepimiz öyle

Neden böyle oldu Havva’nın çocukları

Adem’in hayalleri, Dekameron, Kenterburi

Bin bir gece masalları

*

Mahcup, gülümseyerek bakıyorum artık yıkıntılara

Ölüleri gülümseyerek sayıyorum ve iyi ölümler diliyorum yaralılara

Tanrı, melek ve kitap dolaptaki konserve çeşitleri

Şeytan hala iyi, ama sarılmaktan başka bir işe yaramıyor

*

Katliamlar diyorum, eşittir lahana bahçeleri

Roketler, Mars’a giden destroyerler

Eşittir Judas'ın günlükleri

Yaşam, bir varmış, bir yokmuş

Moda, kremalar, ağızdan taşmış rujlar

Köleler, çarmıhlar, halayıklar, ulaklar

*

Her şey self service, her şey açık büfe

Her şey ordövr tabağı ve her şey

La grande bouffe.

*

Açlık, bonfile, her şey bir mahcubiyet ve şaşaa içinde

Her şey kıyamete benzeyen bir kıyamet biçiminde

Yeryüzünde kıyamet, içimizde kıyamet, o her yerde

*

Artık ölüm ve yaşam iç içe

Hiçlik hiçlik içinde, korona kraliçemiz.

Tanrı gene var ve tek bir soru var şimdi,

Adem nerede…


RAB'İA

Yüzer kaplan denizinde iman tüylerim.
Ben neyim...

Eşkenar ayetler sorgular bedenimi.
Çakarlar çarmıhı.

Deltoit surelerde kendimden geçmekteyim.

Çıkrık suyu şıkırdıyor bulanık doruklarda.
Zirkonyumlar içilen bir cennetteyim.

İşte dört ayağıyla geliyor Mustafa'nın Mushaf'ı.
Ölümü öldürmeyin.

Işık kozaları yüzüyor, çanlar çalıyor, tan ağarıyor.
Dağlarda kanatsız melekler, saydam kelebeklerleyim.

Ve gördüm Beyrut'u ve Sakkara'yı ve işte kırk ayet Hümeyra.
Okudum harfleri tek tek, döküldüler içime...

Ve Lamelif, yavaş yavaş belirdi sularda.
Ve işte geliyor beklenen Huma kuşu.

Esirgeyen, bağışlayan rabbimin adıyla.
'Om Mani Padme Hum'

Rabia!..

 


SATÜRN

'Meryem Rabia'ya

O sultan evinin perisi
Şu gölgelik ve pınarların delisi
Mısır püsküllerinin altın sarısı 
Orman üzümlerine eliyle varan

O maral gözleriyle izler kırları

Çiğ damlası süzülür kirpiklerinden
Onun için savaşır tanrılar
Onun yüreği Mars rahiplerinin evi
Şeytan'ın azgın terörü kızıl şiddeti

Su tanrıçalarıdır o
Güvenlik ve pekinlik
Türe ve bilgeliktir

Pan dizelerini onun için yazar

Tarla kuşu öter onun için
Onun için gezinir korunun hayvancıkları
Geçen gün Romulus göğe uçtu

Keçi bataklığı kurudu

Colline kapısının bakireleri onu arıyor
Örümceğin ağı sarıyor demir kalkanları
İki ağızlı kılıçları pas kemiriyor şimdi

Lirimizi akort edelim

Marathon boğası özlüyor onu
Olimpiyatların altın bacaklısı
Theseus'un hayaleti

8 gibi o ilk karenin ilk çifti

Ey meşe ağacının narin çiçeği
Ilık hamsisi Euksenie'nin 
Yabanıl kırların halkalı güvercini

Karanlık İskit korularında amazon

Yanıma gel kaderimizi deneyelim
Pallas'ın yayı göklerde işte
Güllerde ölüp gidecekse

Attika ovasında nazlı bir lale

Gözleri Miltiades'in kupası
İllirya kıstağının yaban çiçeği
Su şırıltılarının perisi

Niobe...

Orası Peleponez yüreğim değil
Burası yüreğim Peleponez değil

 


NEVROZ

Kandehar gülüm, Roma sümbülüm, Yemen bülbülüm, Samuel seni sordu, dedi ki Rabia'mın yüzü gülüyor mu ve gelecek salı Bradbury bize geldi, dedi ki o senin toryum otomobilindi ne oldu, o senin Venüs'ündü, volkandan Vezüv'ündü hâlâ helyum soluyor mu, volfram püskürtüyor mu, ey Meryem'im, Yerusalem'in düşmüş meleği de seni sordu, yoluna düştüğün bu cennetsi varlık hâlâ terliyor mu, Galile'ye giriyor mu, Mekke'ye yalınayak gidenle Hacer'e yüz sürüyor mu, ey ruhların Sidhartası nerelerdesin, sığla ağacım, hangi gölgelerdesin, hâlâ incirlerin dibinde İsa'nı mı bekliyorsun, yüz yıl sonrasıydı o senin varlığına şükretti, Tibet'in lamasına, Pamir'in Buda'sına dedi ki, evet o bikri bozulacak kadar güzeldir ve o yalnızca senindir, o senin Şintoistindir, Ey Rabia'm üç gün içindeydi Çelebilerden Yakup yanıma geldi, çadırıma girdi ve seni sordu, tahtımın sultanı nerededir, varislerimin şanı nerededir, o meyus hatun yegâne giriftarımdır, ey benim helâlim Tebernüş seni arıyor, talak-ı selase ile ruhumdan boşandım ve firavun bana gülüyor, sen benim Amanos dağlarım, zigguratlarım, Babil kulelerim, İskenderiyelerimsin, ey göksel kanatlım, Peri baca'klarına kar yağıyor ve Mesih bir Ufo eşliğinde denize giriyor ve Alacahöyük'te İsa seni soruyor ve kulağıma eğilerek Meryem'i seviyor musun diyor, ey Meryem, Ehramdayım, İdris var, Elyeza var, Yemliha var, Kıtmir var, Babür'de gelecek; ey Rabia bikrin ayetler eşliğinde yeryüzüne inecek ve kürrenin kutsanmış meleği gibi; O insanlar arasına karışacak, ey Meryem senin rızanla ruhum şükür ve zikirle dolu ve Konstantinapolis kralı Süleyman, Semiray'ı elimden alıp seni sordu ve zürriyetsiz Zehra'yı, Deccal'i Mesih kılığında sağda solda dolaşırken gördü ve ben İsa efendimizi Meryem anamızla Efesus'ta kol kola dolaşırken gördüğümde, kızı İrem bu ilahi beraberliğin meyvesi olarak gülümsüyordu ve İsa böylece, Zehra'nın zürriyetsiz olduğunu, Meryem'in doğurganlığa şan olduğunu ve analığın tarihini böylece gözler önüne serdiğini söylemişti, analığın talihi buydu ve ey benim küçük kartallara, şahanlara, kerkenezlere yem olan makus talihli Meryem'im, rüzgârlar soldu, nardenkler doldu, sırıklar basra tuttu, biberiyeler kurudu, mekanik vulvalar ve uzay böcekçilleri sardı ortalığı, Mutezile Okulu geri geldi, seddülbahir öldü, otomatik varyantlar dört yanı gördü ve köhünler, kelterler çürüdü ve saçlarına sirke bulaşmış Mekselina sana demişti ki, ey Pallas yayıyla Jüstinyen dağlarında dolanan Aleksandra'm, ey Anka'm, ey tekfurlar tekfuru, ey insansıl maketler, aldatıcı rayiham, ey ruh haletleri, ey korkuluklar, üç Kuluvallah bir Elhamlar, ey Rabialar bu akşam benceğizin içine cin girdi, Mann diye birini Venedik'de bir gondol içinde gördüm, Mor Afrem dedim kaçtı ve inanın İsrafil onu geri getirdi, korkudan köyüme döndüm, orada bin yıl yaşadım ama, unutamadığım tek şey, bir baykuşun beni görünce uçması ve az ilerde bir viraneye konarak, gizlice uzun uzun bakması oldu ve yüz yıllar sonrası benimde ona baktığımı, onu aradığımı anlayınca uçarak kaçmasıdır, onunla aramızda sabah karanlığında sonsuzluk gibi uzun bir konuşma geçti ve işte binlerce yıllık yaşamımda benim için yaşam yalnızca bu an demekti, oysa otobüslere bindim, insanlar gördüm, çaylardan geçtim, kafelerde oturdum, kırmızılarda durdum, denizlerde saklandım, çoluk çocuğa karıştım, kitaplar okudum, defterler karıştırdım, aynı klişeler ve aynı esprilerle yaşayan, birbirinden kıtalar boyu uzakta insanlar gördüm ve yalnızca o garip baykuşun görüntüsüne iman ettim ben ve kimselere söyleyemediğim gizli bir nevroz içindeyim artık ve yaşamın hiç bir anlamı yok benim için, bu yüzden Meryem diye haykırıyor ve tüm geçmişimi yadsıyor, bildiklerimi hiçliyor ve barbar bedenimi de hiçlikler içinde yüzen hiçliklerden biri olarak görüyorum artık,

 

MERYEM RABİA
*
İÇİMDEKİ DELTALAR

İçimdeki deltalara yaşamak izi diyorlar...
Mavinin, Yeşilin tonlarında,
Küflenmiş tek hücreli hatıralar.
Orada parçalanarak çoğalırken,
Kıyıya vurmuş deniz anası gibi,
İçim dışıma çokça vurur bazen,
Az ötede bir tespih böceğine dönüşürüm sonra.

İçimdeki deniz beni tutuyor...
Kıyıya vurmuş bir deniz anası gibiyim,
Bulutlar gibi göç etmek istiyorum oysa buradan.
Yükümü savıp,
Deli rüzgarlara ulanarak,
Avuçları terletmeyen gitmelerden bir gitmeyle,
Serin bir tebessümle,
Bir çınara gübre, köklerine tuz,
Belki bir karıncanın yeşermesin diye ikiye bölüp
sakladığı o tohum...
Henüz kurgusuna malik olamadığım
bir hicretle,
Ruhumu aradığım eczaya sunmalıyım.

Uzağında değilim başlangıca gebe bir sonun,
Su azalıyor, dudaklar kuruyor,
Gitmeliyim,
daha fazla hörgücümü tüketmeden,
Çünkü,
Müzmin göçebesiyim kendimin...

Öldürmeye kastettiğim
Öz vahşetimle,
Bir çiğnemlik zaman daha yaşayıp,
Tüm tek hücreli canı sıkkın anıları
Tükürüp zamanın rahmine,
İçimdeki deltalarda,
Deniz anaları ve tespih böcekleriyle,
Leblebi tozu kaçmış bir genizle,
Ölmekle unutulmayacak her ne varsa,
Bir tek onları alıp,
Yola koyulmalıyım.
Uzağında değilim başlangıca gebe bir sonun.


SEN

Gözlerin totemim benim
Ruhun korkuluğum
Parmakların pusulam
Burnun kutsanmış 
Dudakların Kâbe'm, secdem.

Onun bakışları içime işlesin
Onun ovası yüreğimi beslesin
Onun ruhu bir gölge gibi yolumu çizsin
Onun salınışına iman etsinler
Onun kulu, onun eli, dili olsunlar.

Ben onun körü olayım
Kamber'i Mecnun'u olayım
O kutsal ellerini yüzüme sürsün
Gönül gözüm yürek evim açılsın.

Rabia kapısının eşiği 
Salınışlarının beşiği olayım
Yaradan onun alımına kapılsın
Sonsuz özlemlerle baksın ardından.

Onun gidişiyle ateşlerde yanayım
Cehennemlerde kavrulayım
Günahlarımın ödeşkesi bittikten
Etim kemiğimden ayrıldıktan
İmanım ve inancım kül olduktan sonra
Onu cennette solurken bulayım.

Onun ben olduğunu anlayayım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

RBA

Ey aşka aşığım, kuşbazım, ele avuca sığmazım, sihirbazım.
Ribo nükleik asidim, dna'm. Can uğultum, eğrelti otum, atkuyruğum...

Ey gönül yalanım, antik çağım, sedir ağacım. Aç bakışlarım, kumarım, el değmemiş laleler, koklanmamış güller, sarı sabırlarım. Yasemenlerle dolu ırmak, kedi tırnaklarım. Sümbül kokulu otlak, gardenyalar, irem diyarlarım.

Ey kışkırtan gözlerin, kıskanç boşluğu... Bilinmezliğin kuşkusu, kanatsız kuş, bulutlardaki arı. Egoizmim, ey yüzündeki ben'im, benliğim!.. Agnostizmim, ne istediğimi bilemediğim, cennetsi güzelliğim.

Ey başsız ve sonsuz geleceğim, kâbuslarımda yüzen keder, emel denizlerindeki elemim... İç çekişlerim, aşkın metafiziği, diyonizyak yazgılar, üzünç bahçelerim. Ölümcül zarafet, cinnetim, cennetim.

Göktürkler şamanın kapına geldi, kutuplar rahibin...

Ey incir kuşum. Havva elması, ey Şatim Ağacı'nın gölgesi, meleklerin çarmıhı...
Benim çivi yaralarım, acılarımı öğüten aşk kasırgasıdır... Döl ve tohum, bereket ve buğday, çavdar ve yulafın gücü, tanrısal öçlerin sümbül sapıdır. Yaydandır onun belleği, avcıların yüreği. Golgotha'daki ölü, Galile'deki tuz, Petra'nın gülü. O Beytüllahim'in evi. Onun aşkı dinmez günahlarıdır ve kim ki yeryüzünde aşkın çobanlığına soyunmuş, yüreğinden asılmıştır.

Ey gönül çıkmazım, dokunulmazım, çatışkılarım, sevi çarşılarının eğitmeni, aşk diyarlarının belletmeni, erotologyam, feodal Çin'im, fütüristim, narodnik hümanistim,

Ey diyalojik yargılar, taşın yüreği, ölümünü gören eylem, zamanın payı. Ey arzuların dolunayı. Yüce melodim, göksel ayetler, ölümler bağışlayan musiki, ruhların Marksetiği. Canlara can veren simurg, gecelerdeki peri, sarı asmaya dolanan yılan. Ey açık kapıların hayaleti, ey kutsal yalan...

Kitaplar der ki,
Salmanezer, Samaria’nın önünde üç yıl beklemiştir. 
Sardanapalus, Ninova kapılarında yedi yıl beklemiştir. 
Agememnon Troya burçlarında dokuz yıl beklemiştir.

Ruhların Henry'si Kanossa'da göreceğini göremeden ölmüş, Azoth, Aristaeus’un onuru üzerine ant içerek kapılarını Psammetik'e, yirmi yıl sonra açabilmiştir.

Ey kuzgunla gelen bahar, sülün ötüşleri. Çiyle gelen yağmurum, organlarına taptığım, gölgesinde diz çöktüğüm... Ey çiçek kozaları, denizin mineleri. İnci tozları, gönül saraylarına saçılan gül, beyaz kuğu. Tavusun tüyü, altın simli kelebek. Yasemen duası, sütler aylası...

Ey ay ceylanı...

Pırnal diyarlarının oğlağı, güz karanfilim, arı vızıltıları... 
Balla yoğrulmuş aşk tanrıçası, ruh salkımları, ormanların yüz akı. 
Ey kır çiğdemlerinin boyun bükeni... Karanlık ayetler, duaların kabulü. 
İçe çekilmiş zehir, düşünceyi durduran sihir, ruh göçüren büyü...

Ey gönül gözünün Meryem'i... 
Rabiam. Et, kemik ve sinir. 
Tanrının mucizesi...














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder