4 Şubat 2019 Pazartesi

KISA BİR ÖYKÜ / 736 Sahife (66 Öykü) / Cinius Yayınları




'Dünyada her şey günün birinde bir kitap olmak için vardır' diyor Mallarme, öykü sanatı dünyamızın gayri resmi tarihi ve onun bir anı defteri -günlüğü- sayılabilir, dünya öykülerimize bakılarak yeniden kurulabilir. Yazınımızın, şiirimizin geçmişten bu yana güçlü olduğunu biliyorum, sanıldığının aksine güçlü olduğumuz, evrensel katkıda bulunduğumuz pek çok alan var bu konuda, bizde atalarımızın tilmiziyiz sonuçta...
Toplu öyküler değil bu, bir bölüm öyküler toplamı, kitabın bir adı olması gerekirdi, kısa yazacak kadar zamanım olmadı demiş yazar, 'Kısa Bir Öykü' adını vererek anakronik, ironik bir ad verdik bizde...
Gümüş Ülkesi'nin büyük yazarı Borges, ilginç ama trajik bir yaklaşımda bulunur; Köpeklerin bir tarihi olmadığına göre, bugüne dek bir tek köpek yaşadı diyebiliriz. Bu yüzdendir ki 'insanlık' hep bir -varoluş biçimi- aradı. İşte -Yazın- bir arayış ve varoluş biçiminden başka bir şey değildir ve bir amaç değil, bir araçtır yalnızca...
Ama onun sınırları evrenin sınırlarından daha geniştir, bir metafor olarak evren dediğimiz uçsuz bucaksız bir hapishanenin içinde yaşıyoruzdur belki de... Bizi olasılıksız biçimde kapsıyordur belki de evren; ama işte düşlerimiz onun sınırlarını aşar, çünkü düşlerin sınırı olamaz ve sonsuzluk onun yanında yaya kalır. İnsan için yazıklanası, tuhaf bir paradokstur bu, çünkü insanın sonsuzluk kavramı, içkin olmasına karşın, evrenin sınırlarından daha geniştir!.. Mutluluk beni kederlendiriyor, çünkü varoluş biçimlerimiz kimi zaman çok acımasız... Günoğulcu ya da etkileyici olmakla, yaratıcı olmanın sınırlarında çatışabiliyor insanlık...
Bu kitapta işte böylesi öyküler var, birer öykü olabileceğinden kuşkulandığım metinler de var, ne var ki sınırların parçalandığı bir dünyanın içindeyiz diyerek geçiştiriyorum bu tasaları... Bir çok öykü dışarıda kaldı, yazmaktan başka bir varoluş biçimi bulamayanlar için elim bir şey. Yaşama karşı bir tavır belirleyemedikçe, ona karşı bir duruş, bir sunu, bir verim geliştiremedikçe, bir soyutlamadan öteye gidemeyeceğizdir belki... İşte onu başaramadığını düşünen Kaan Romero'nun trajik öyküsü bu kitapta, onun gerçek yaşamda ki yansıları Soysal Ekinci ve Orhan Talat Şalcıoğlu'nun yaşamlarından bir esin ve onlara bir adayıştır belki de...
Çocukluğumda bir sabah köpeğimizin olmadığını gördüm, babam ölüme gitmiştir o dedi. Yazmak için unutamayacağım bir olaydı benim için, Lortop onun öyküsü, bir köpeğin anıları, küçük bir novella belki de yüz elli sahifelik ve kinik bir açınlama... Ada öykülerini bir çırpıda yazdım, parapsikolojik olanları da var, yalnızlığın dolambaçlarında yolunu yitirenleri de, sondan başa doğru sıralandılar.
Diğer öyküler zaman içinde dile gelmiş olsa gerek. Kimileri kendisi için yazdığını söyler, kimileri için okur dilden düşmez bir aşk öyküsüdür; Hiçkimse, diyesim 'Odysseus' için yazdığımı söylesem bilmem ne derler, 1001 Gece Masalları bile öyledir gerçeklikte... Ama kinle yazdığım öykülerde var, bu nasıl oluyor derseniz, düşmanca bir tavır değil, tarihte göz ardı edilmiş kahramanlar veya bizim elimizin değmesinden çekindiğimiz şeyler belki de, bilim kurgu, binbir gece masallarına öykünme ve İlyada'ya zeyl, örneğin Ölü adlı öyküyü yazabildiğim için anakronik dünyamıza karşı çıkarak, Hektor'a olan borcumu ödediğimi düşünürüm neredeyse, Truva'yı şimdiye dek denenmemiş bir açıdan yazmak belki de göz ardı edilen bir gerçeği yerine getirmektir, kim bilir.
Bir kitabı okumak değildir aslolan, birinin dünyaya neden böyle bakmak istediğini anlamaya çalışmak, gerçekten gizemli ve paylaşılmaya değer bir olaydır benim için, bir kitabı okumak değildir amacım hiç bir zaman, bir insanı tanımaya çalıştığımı ve onunla yaşamın içinde zaman zaman birlikte yürüdüğümü düşünürüm hep. Kitabı değil o birini tanımak bana gizemli bir paylaşım gibi geliyor her zaman. Örneğin Malaya adlı öyküyü neden yazmak ister bir insan, bir yokuşu tırmanırken sırtında beliren kara bir noktayı yok etmek için mi... Buradaki öyküler bir kitap değil, bir insanın, hiç kimse için çığlıkları ve sınırlı bir yaşam için, son iç çekiş provası!..
Yaşam sevinci okuyanın üzerine olsun. Hayy-u la yemut, ölmeyene aşk olsun!..
İşte, Kısa Bir Öykü'deki 66 öykünün, en kısa öyküsü!..
KISA BİR ÖYKÜ
(16. Öykü)
Kafede oturuyordum. Gözümün önünde birine saldırdılar. Argolar havada uçuşuyordu. Ayırdılar. Bir süre sonra, saldırıya uğrayan garip bir şey yaptı. 
Ötekilerin dizinin dibine bir ‘Kitap’ bırakarak, çekip gitti!..

VLADİMİR BURKONY / 666 SAHİFE / CİNİUS YAYINLAR


2001 Yılında bir gazetede okudum Vladimir Burkony'nin intiharını, belki haberi dramatize etmiş olabilirler, Ukrayna'dan göç ederek, Antalya'da çalışan bir müzisyenin ümitlerini yitirip, öylesi bir biçimde ömrünün geçeceği kuşkusuyla, intihar ettiğini yazıyordu gazete...
İnsanın iç dünyasında hüzünlü bir titreşime yol açan, ürperten şeyler vardır. Kıyıda köşede yitip giden karanlık ruhları merak ederim, köyün delisini, roman yazdığı halde yayınlamayan veya yayınlatma olanağı bulamayan bir heimatlosu, ay ışığında kendini asan İsabey köyündeki Kezban'ı ya da Portekiz'de içerek sızan ve bir daha uyanmayan ve ama yanında karalanmış bir kaç dize bulunan adsız Pessoa'yı...
Vladimir Burkony'nin romanını yazmaya ant içtim kendimce, kararlılık adına değil, onda bir parça kendi yazgımı ya da başkaca yitip gitmiş insanları gördüğüm için, bu bir yazgı değil bir tür ruh kardeşliğidir benim için. Aradan 16 yıl geçti, bir gün aniden yazmaya başladım, 66 günde bitirdim neredeyse, 666 sahife çıkınca sevindim, esprisi var diye...
Ukrayna'ya gitmedim ama gideceğim, gitmeden yazdım orayı, gitseydim yapay ve roman'tik olamazdı. Sonrasıysa yeni vatanında geçiyor. Yazında amaç ruhlardan söz etmektir, bedenden değil. Elbette salt Vladimir Burkony değil anlatılanlar, bir intiharın olasılıkları ve yaşamın handikapları ve iç dünyalar... Çekinmeden yazdım her şeyi, amaç ne intihar, ne Vladimir'in bir treni kaçırması ne de aç kalma olasılığı... İntihar eden bir insanın, sıradan ama sanatsal tepkileri ve yaşamda savrulup giden öznel ve düzensiz biçimde sıralanmış düşünceleri.
Vladimir Burkony intihar etti ve size öylesine, bir gün intihar edeceğini bilmeden ama ikide bir intihar edeceğim ben diyerek, gevezece tepki gösteren, sanrılar, umarsızlık ve bilgiçlikle dolu bir kitap bıraktı geride!.. Belki hiç gereği yokken canına kıydı evet, ama o bir kitapta yaşamayı başardı yine de!.. Yaşamak bir biçimdir ne de olsa!..
(Daha önce onun için şunları yazmışım)
Her insan bir kütüphanedir... 47 yaşında, düş kırıklığıyla sona eren bir yaşam; ama imgelemde uçsuz bucaksız bir hayatın romanı... Bilimin, sanatın ve yaşamın amansız bir eleştirisi...
''Vladimir Burkony bir müzisyendi, geçmiş yıllarda; 'Ural Birliği'nin dağılması sonucu, ortaya çıkan parçalanma ve ekonomik kriz ertesinde; Ukrayna'dan ülkemize göç etmek zorunda kaldı. İyi bir eğitim görmüş ve kemana gönül vermiş biriydi. Durumu iyileşecek, geçim noktasında bir birikim edinecek ve ülkesine geri dönerek, derin araştırmalar, besteler yapmak ve akademik çalışmalarla, müzik tarihine katkılarda bulunmak istiyordu...
Ama düşleri gerçeklere yenildi ve ne yazık ki, bar ve pavyonlarda, ucuz işler, öylesi şeyler diye niteleyebileceğimiz ortamlarda yıllarını geçirerek, gün geldi umudunu yitirdi!..
Sanrılara kapıldı ve içine düştüğü karaduygular tüm bedenini ele geçirdiğinde; bir gece yarısı canına kıyarak, bu dünyadan ayrılmayı yeğledi.
Bu kitap, çağımızın 'Umutsuzlar Parkı'nda, kimselerin görmediği ve sessizce geçip giden, kimi canına kıyan, kimi yarı yaşar, köprü altlarında, sağda solda ömrünü tüketen ve tanrının düşünmekle, idealist ülküler peşinde koşmakla cezalandırdığı insanların; hepimizi dehşete düşüren, trajik romanıdır...''

ZÜMRÜDÜANKA / 813 SAHİFE / CİNİUS YAYINLARI


Kitap, Toplu Şiirler sayılmaz, yeni ve yayınlanmayan pek çok şiirin gün yüzüne çıkması, hep şunu düşünürüm, ne yaparsam farklı bir şey yaratmış olurum, bu çabayla geçirdim yıllarımı, bilim kurgu şiiri yazayım dedim ve denedim, denemek başarmaktan daha ilginç ve cüretkarca bir şeydir, başarı anlayabileceğimiz bir şeydir, denemekse bazen çılgınca bir şey olabilir örneğin, başarının çılgıncası yoktur kısacası, otomatik metinlerde var, şiirsel olması için çabaladım elbette, gerçekte farklı olmakta değildir sorun, daha önce denenmemişi denemek çabasıdır, olağanüstü güzel bir şiir yazmayı başarabilir insan zaman içinde, ama bu bildik sınırlarımızın içinde bir şeyse ne denli önemli ya da değeri olabilir ki diye düşünürüm, Annabel Lee'yi yeniden yazmak gibi bir şey bu, amacım güzel bir şiir yazmak değil, olabildiğince farklı bir konu ve örneğin bilim kurguyu anımsatan şiir yazabilmek, tümü böyle değil elbette, zaman içinde düştüm bu dolambaca...
Yazmak mutluluk vericidir, yorucudur, bıktıran bir tek düzeliktir, bir sürü açın koyabiliriz ortaya, yazmak gerçekte yeni bir kapı aralamak olmalıdır, olabilirse, yoksa daha önce geçtiğimiz kapıları yinelemek istemiyorum ben, örneğin bilinen bir kapıyı herkesten daha hızlı geçmiş olmak gibi bir başarıda ilgilendirmiyor beni, başarmaktansa, feci bir biçimde yenilmek çok daha ilgi çekici benim için, bu kitapta absürt ve delice şeylerde var, ama olağan bir başarı ve bir sarayda sürüp giden, taçsız bir krallığın herkesçe alkışlanan melodilerini aramayın!.. Anlaşılması güç, ama belki zamanla anladım diyebileceğimiz bir zorluğun içinde yüzüyorum ben...Nedeni şu, amorf bir evrenselliğin, tuhaf, anlaşılmaz girinti ve çıkıntılarında, neden ve niçinleri aramak ya da karanlığında yitip giderek, yapayalnız boğulmak haz veriyor bana...
(Şiir Çıldırtır)
Saksonya kralı, Normanlar'a karşı kazanılan zaferin kutlanması adına bir destan yazmasını ister şairden.
Zaferin yıldönümünde şair uzun ve görkemli bir destan okur. Kral şairi kutlar ve der ki, biraz uzun değil mi, daha öz, daha sıkı olsa, daha iyi olmaz mıydı!..
Şair ertesi yıl daha vurucu, daha çarpıcı bir destanla çıkar halkın karşısına, kral yine kutlar şairi ve yine der ki, bu da uzun ne yazık ki, daha yüce, daha derin, daha öz olsaydı keşke!..
Şair bir yıl daha çalışır ve üçüncü yıl kutlamalarında, sapsarı bir yüzle çıkar kürsüye ve tek bir sözcük fırlar ağzından, bir fısıltı, sessiz bir çığlık gibi evrene yayılır sanki sözcüğü!..
Ve şair aniden, kralın hançerini belinden çeker alır ve kendine saplayarak oracıkta ölür!..
Kralda o günden sonra tacını tahtını terk ederek, Saksonya kırlarına açılır ve bir daha haber alınamaz kendisinden, imi timi bellisiz olur!..