6 Mart 2018 Salı

KISA BİR ÖYKÜ / Toplu Öyküler

 
44. Öykü / (Pasaj)
Hacıumarların Austin'le gazeteler geldi işte... Gözdeleri, Milliyet, Cumhuriyet, Akşam... Austin, biçimli burnu, eski, soluk mavi karoserini pencerelerden ayıran, sarı çizgili, eski mi eski ama sevimli ve emek bitkini bir araba, otobüs... Çocuklar için ele geçmez, tanrısal bir oyuncak, bir tansık... İşte gazeteleri okutmak için aranan çocuk geldi ve kayalıkların üzerinde, tahta taburelerin, kırık sandalyelerin kahvesinde, uygun bir yere geçti. Çetin Altan'ı, İlhan Selçuk'u, İlhami Soysal'ı okuyacaklar az sonra...

Altmışlı yılların sonuna dek sürdü bu okumalar, ama Austin bir gün, köyün yokuşundan çıkarken, kahvenin önünde, yolun başından aşağıya kaymaya başladı, yağmurun ve karın çamur deryasıyla Ademleşen bir Kasım ayıydı, el frenini çekmeyi unutmuşlar gibi laflar duydum, tek neden bu değildi elbette, yol kaygan, arabanın tekerlekleri eski ve otobüs ağlayıp, inleyerek badanaj yapıyordu sürekli... Eğimli yolda, doğallıkla aşağıya kayıyordu araba, aşağısı da başka bir yola, orası da mezarlığa açılıyordu, hızla kayıyordu araba, kayalardan olacakları izliyorduk, arka tekerleklere, mısır koçanı, çalı tutamı, takoz, çarpık çurpuk nesneler, kırık kasalar, iri taşlar koyuyorlarsa da, bana mısın demiyordu araba, çok iyi anımsıyorum o günü, çocukluk yaşlarında sayılırım ama garez dolu düşüncelerimi açıklayayım, köylülerin palyatif, kolaycı çözümlere tapma alışkanlıklarına, her zaman doğal ve işlerine karşı, büyük bir yatkınlıkla yürürlüğe koyduğu kurnazlıklarına, için için düşmanlık besler ve bir gün gelecek nasıl olsa olanlar olacak diye, büyük bir felaket yaşamalarını beklerdim köylülerden... İçgüdüsel bir saflık, güvensizlikti bunun adı ve hepimiz havada duruyorduk sanki, akan damlar, kırık merdivenler, birbirine yaslanan evler, gözü topal, ayağı körlerin, yaşam dolu cenneti...

İnsanlar düşüncelerinde, hiç bir zaman ilkellik göstermezler, pratikte ve eylemdedir bütün handikap, kullandıkları araç ve yöntemler ilkelleştirir onları, yani herkes gibi onlarda, uzaysıl düşler, düşünceler üretebilirler, hatta kuran ve gerçekleştirenlerden daha çılgıncada olabilir düşleri ama gerçekleri, eylemleri ve pratikleri ilkeldir, gülünesidir, bunun gizi nedir bilemezdim, toplumsal bir umursamazlık ve yaygın bir yetersizlik ve engelli koşuların, uzaklardan denetleniyor oluşu mu, hepsi varsayımı var saymak ne yazık ki, hepsi gerçek ve hepsi us dışı birer kategori ve sonsuz uykuların gelişi...

Keder ve göz yaşının yükselişi... Köylüler, sürgit saçma sapan sonuçlarla karşılaşırlar. Çünkü eylem düşleri beslemedikçe, düşler gemi azıya almadıkça değil, öylede olsa, bir at gibi dört nala koştursa da, sonuçlar daima elem vericidir. Toplumsal bir yaygınlıkla yürürlüktedir bu anlayış. Bir toplum, bireylerinin değil, bireyleri, o toplumun kurbanıdırlar her zaman. Kısır ve güdük birer komikçi dükkanı konumunda kalan her eylem, düşler uçsuz bucaksızda olsa, gülünç birer sonla karşılaşırlar her zaman, kökü olmayan bir çiçek, elde ne kadar görkemli bir demet olursa olsun, kuruyup solar, orkide ya da krizantem, düşlerin geçmişi olacak, eylemin geçmişi, bir kere yeni başlayan bir şey, yüzyılları bulabilir kök salabilmesi için, siz siz olun, geçmişinizi yadsımayın, sil baştana kalkışmayın!..

'Konuuzun...' Düş kurmak kolaydır ve bireysel bir deneyimdir ama eylem toplumsaldır ve hiç bir birey tek başına düşlerini gerçekleştiremez, görünmez mekanizmalar, labirentsi varyantlar, toplumsal varyasyonlar bir düşün gerçekleşip, gerçekleşmeyeceğine karar vericidirler. Bunun için bir toplumun fertleri suçlanamaz, toplum tümüyle gerileyen bir yapıysa, aydınından, şu toprağı işleyenine, mühendisinden, ticari envanterine, amelesinden, lümpen proleterine kadar... Geri bir emsalite gösterir. Kimse kendini ayrı tutmamalıdır bu kanlı vodvilden...

O gün köylülerin bu kolaycılığı ile arabanın içinde kalan, bir umar arayıcılarının başına, bir felaket geleceğini bekledim inanın, ötekilerde öyle düşünüyordu eminim, insan kendini bilebilir, bizi gösterecek ayna ve bir farsın o gün gerçekleşeceğini düşündüm. Dram ya da komedya kapıdaydı... Az sonra, çamurda kayarak, hızla aşağıya, çığlıklar arasında, yolun altına kadar uçan araba, düşleri bile geride bırakıp, yaylanarak, yatmaya kalkışıp, doğrularak, bir cambaz gibi uçup, toparlanarak, sonunda mezarlığın yükseltisine yaslanıp, kaba toprağa saplandı ve hiç bir şey olmamışçasına durdu, olayın korkunçluğu yalnızca benim gözlerimden akıp giden görüntüydü sanki, öyle gibi oldu artık hiç bir şey olmamıştı...

Araba daha önce nasıl duruyorsa, yan tarafına bile yatmadan durmuştu, herkesle birlikte, araba da kurtulmuştu. Bir tansık, görülmedik bir akrobasi beklentisinin gerçekleşmemesi, öyle şaşırtıcıydı ki, beklentilerin orijinalitesi, bu denli bir kumarın, sağ salim ve kazasız belasız sonuçlanmasının us dışılığı karşısında, daha olağan ve sıradan bir şeymiş gibi algılandı artık, bir şey olmaması, olabilecek şeyler karşısında düşlenebilecek son şeydi ve tanrının eli kudretini gösterince, yaşanan asıl şaşkınlık işte buydu...

Nasıl kurtulur arabanın içindekiler ve araba nasıl ayakta durur!.. Bazen olacakların kesinliği karşısında, beklentilerin düşüğünün de düşüğünün gerçekleşmesi, büyü ve kerametin tanımı için gerekli olabiliyor ve insanlar iki arada bir derede kalıyor!... İnsan ve yaşamın tuhaflığının sınırları ölçülemez!.. O gün, bir şey olmaması gerçekten şaşırtıcıydı, nasıl olurdu ki bu, araba resmen uçtu ve kimseye bir şey olmadı, kolaycı çözümün tanrıları, patlak lastiğe çaput dolduranların yanındaydı hep, ne yazık ki...

İlkelliği de çeşitli armağanlar, onurlar ve taltifler bekliyor bu göksel yaşamda, ilerlemek ne kadar kutsalsa, yerinde saymanında, tanrısal ve kabullenilir yanları var ne yazık ki!.. O gün yaşanan olay, gazete okumalarının, haberlerin ve heyecan veren düşünce yazılarının önüne geçmişti. Austin mezarlığa uçtu, biri ağır, üç yaralı var. Gazete haberi verseydi, bilin ki böyle süslenirdi, çünkü insanoğlu, beklenenin altında kalan her şeyi yadsımaya programlanmış bir yaratık, ağaçtan düşen sakat kalmalı, araba çarpan felç olmalı, yoksuldan para çalan yakalanmalı, kuyuya düşen boğulmalı ve koşan zamanında varmalı, aksi bir sonuç kabul görmüyor ve gönülleri fethetmediği gibi, kalpleri de sevindirmiyor!.. Algılar zamana ve mekana sıkı sıkıya bağımlı böylelikle...

Hacıumar'ın, arabasının arkasından koştuğunu da söylemeliyim, dünyada böyle bir olay yaşanmış mıdır acaba, bir tren düşünün, raydan çıkıyor ve işletmeci, sanki onu, sağa sola, yarlara, uçurumlara kaçmasın gibisinden, tutabilirmiş gibide peşinden koşuyor, koşturuyor. Genlerine işlemiş bu alışkanlık, çünkü dizginleri eline geçirseydi at ehlileşecekti, eşeğin çılbırını yakalasa asılıp durdurabilecek eşeği, ama treni ya da arabayı bu imgelerle kurtarmaya çalışmak... Niçin olmasın, araba bir at değil mi sonuçta, öyleyse ardından koşmak zorunlu ve Hacıumar haklı ne yazık ki... İnsan sonsuza dek yaşasa bile, zincirlerinden hiç bir zaman kurtulamayacak bir canlı, et ve kemiğin otantikliğinde, geleneklerinin mühürlenmiş gölgesinde yaşayan bir tür yaratık ne yazık ki... Ayda muskasını öptü bu hayvancık...

Hacıumar'ın büyüleyici yanı, arabaya canlı bir varlıkmış gibi davranmasıydı kanımca ve öyledir de, Hacıumar'ın arabaya dur, dur, dur diye bağırdığı bile vakidir, ne ki bu bile şaşırtıcı olamazdı derebeylerin geleneğinde, yaşamda ve bilgi dolaşımında, çünkü onlar hayvanlarla, bitkilerle iç içeler, onlara göre araba bile söz dinler, çünkü yaşamları çok büyük oranlarda, doğanın büyüsüyle sürüp gidiyor, bademler çiçek açıyor, kiraz meyve veriyor, arıyı severse sokmayacağını düşlüyor, köpeğe ekmek verirse ısırmayacağını, atın gemlerini kastığında duracağını biliyor ve işlerin geceye kalmamasına inanıyor ve gün ışığının romatizmalarına iyi geleceğini sanıyor. Öyledir ama...

Arabada bu durumda, çüş dediğinde neden durmasın, durmaması da şaşırtmayacaktır ilginç olanı, atı her zaman söz dinlemiyor ki, ama duracaktır araba, durdu da zaten, mezarlığa yaslandı ve inanın sözünü dinledi sahibinin... Ve müjde, dilekleri de gerçekleşti aslında Hacı Umar'ın, ne ölen var ne yaralı, her şey masal ve her şey yazılı!.. Biz aksini bekledik evet ama Hacıumar onu bekleyemez, başına bir belanın gelmesini kim ister ki, onun için büyü, sihir, mut verici gerçek güzellik, olacak olanın, hiç olmamış gibi gerçekleşmesindedir doğallıkla ve öylede oldu...

Hacıumar, kayan arabanın arkasından koştu, kimse saçma bulmadı bu davranışını, ama düşünün ki daha hızla koşsaydı, yetişseydi ve eliyle itseydi bu tarafa arabayı, arabanın yatacağına ve o zaman içindekilerin, ölümle burun buruna geleceğini söyleyenlerde çıktı, yani koşmasının da bir sınırı ve yararı olmalı, yetişmesi işi bozabilirdi, oda ölçülü olmalı, bir dokuncaya, bir edime olanak vermeyen koşma ya da hiç koşmaması, köylünün psikolojisinde olmaması gereken bir şey inanın, ayıp ya da utanmazlık ve günaha giden bir yoldu belki de, hiç koşmazsan tabi ki ölen olur, sen ilgini göster, çabala, koş, gerisini tanrı bilecek, söyleyecek, uygulayıp gösterecektir nasıl olsa...

Bu felsefenin, korkunç ve haklılıklar üreten bir mantığının olması, her şeyden şaşırtıcı gelirdi bana... Her şey o kadar olağanüstü bir biçimde cereyan etmişti ki o gün, peşinden koşmasa araba belki de daha hızlanacak ve mezarlığı bile aşacaktı, ama koşması, eşyanın ruhsal momentumunu tetikledi ve araba hızını keserek, bir ortalamaya dönüştü ve tam tamına hiç bir belacıl sonuca varmaksızın durdu...

Olayın gerisi sizin düşlerinize kalmış, ilkelliğin saltanatı işte böyle bir şey diyemem, iletişimin böyle olması çok doğaldır bu hallerde, görülüyor ki, bir olanaklar cehennetinde geliştirilmiş yöntem bunlar, dualar, yakarışlar, dur deyişler, çüş naraları, koşanların ruhsal bir yıldırımla arabayı yavaşlatması, elektromanyetik dünyaların, eşyaların, abanoz ve kehribarların aşkınlığında, nesnelerin, et ve kemiğin ruhsal yapısında, iletişime geçmek, tüm koşmacalar, çabalar ve tanrı aşkına dur diye bağırmalar kesinlikle yapılması gereken şeyler...

Hacıumar koştu, Kavasamat şaştı bu işe ve iş tanrının hikmetiyle, kazasız belasız yaşandı işte... Konu kapandı gitti. İşte bütün mesele bu!.. Köy o gün yaşanan olayların çokluğu, yerel fantezinin önem sırasında, evrenselin önüne geçtiği için, tavuk karanlığından, bilgi kirliliği ve ışığın isinden, ambar fareliği ve uçkur magazininden uzak kaldı, kendi içine gömüldü, akşamla beraber uyumadı yatağında, döşeğinde düş görmedi, kandillerin, fenerlerin pırıltısında, güne özgü dedikodular aldı yürüdü, köylüler bir felaketin eşiğinden dönmenin, bir şaşırtı yaşamanın, bir çarpınca uğramanın, düşünce ve eylemin karmaşası, azgınlaşan korku ve heyecanla günü geçirmenin, sıradan yaşamlarına mitoloji katmanın zevki ve coşkusuyla, yaşam dolu bir gün geçirdiler, yaşıyor olmanın mutluluğunu tatmak, herkese nasip olan bir şey değil, bunun ne Paraugay'ı var, ne Uruguay'ı, ne de Teksas ya da Kremlin'i...

O gün sıra İsabey kasabasındaydı ve hep böyle olacak, sırayla tadına bakabileceğiz yaşamın!.. Neden, bugün şaşkınlığımız hala sürüyorsa ve bu denli belleğimizde canlanıyorsa her şey, olanların ve olacakların tümünün böyle gerçekleşeceği olgusu kaçınılmazlıkla doğrudur kanımca!.. Böyle gerçekleşmesi gereği ve inancı da son derece yerindedir, çünkü İsabey'de bir tanrı var ve görüyorsunuz ki her şeyi de o bilir!.. Mutlu bir gün geçirdi köylüler. Bir felaketi atlattılar, ama bir kaç kişi ölümcül bir sonuçla karşılaşsa bile, mutlu olabilirlerdi olanlardan ötürü, çünkü ölümde yaşamın gereklerinden biriydi, gerekçeler olaylardan önce gerçekleşiyor onlar için, olay ufku sonra beliriyor, asıl olan yaşamı yaşamanın zorluğu onlar için!.. O gün ne olursa olsun, onlar için makbuldü kısacası, olacaklardan önce sonuçları görüyor ve sonuçlar eylemlerden önce oluşuyordu onların bilinç evinde, ak beyninde, düş ve düşünce çemberinde...

 Sonuçta, kış döngüsü, ilk kez şenlenmişti o gün köylüler adına, kovuklarından çıktılar ve bir tilki gibi hayatla oynaşıp, bağırıp çağırarak, sahnede rol aldılar ve yaşama bağlanmanın dayanılmaz hafifliğini, kuduzcul zevkini yaşadılar. Daracık bir ovanın çekip çevirdiği, dönüp duran dünyalarında... Ertesi gün güneş açtı. İnsanlar neşelenirse eğer, unuturlarsa her şeyi, bir olayın sonrası, iyi veya kötü, kesinlikle güneşte ayak uydurur sonuçlara, görünür ya da kaybolur, sürçü lisan ettikse af ola, her şey birbiri ardı sıradır!..