14 Ocak 2020 Salı

ATLANTİS / ELEŞTİRİ


ATLANTİS / Ulus Fatih
(Eleştiri, Deneme ve Özgür Metinler)
Bu kitapta, Hulki Aktunç, Mehmet Ergüven, Enis Batur, Orhan Türker, Tanseli Polikar, Elif Sorgun, Burhan Günel, Ozan Telli, Ercüment Uçarı, Faik Baysal, Mehmet Siyahkalem, Ahmet Necdet, Nilgün Polat, Guillaume Apollinaire, Ferit Edgü, Alain de Botton, İbrahim Yıldırım, Münir Göle, Henri Michaux, Marcel Ayme, Antonin Artaud, Pierre Louys, Harry Mathews, Heinrich Füssli, Hanri Benazus, Yiğit Değer Bengi, Kadir Aydemir, Altay Öktem, Nazlı Eray, Ebru Gökçen Emre, Uğur Kökden, Jorge Luis Borges, Andrey Tarkovski, Cevat Çapan, Odisseus Elitis, Lale Müldür, Nurten Ertul, Orhan Pamuk, Cihat Burak, Bertrand Flour, James Joyce, Hani Astolin ve Salah Birsel gibi ülkemiz ve dünya yazınından pek çok şair, yazar ve sanatçıyla ilgili eleştiri, değinme yazılarının yanı sıra, deneme, bilimkurgusal şiir, düşünsel metinler ve bir demet Büyükada Öyküsü ve... Tanrı, zaman, ölüm ve aşk üzerine içsel polemikler vardır!..

*

Yıl: 2001. İsa öleli yirmi yüzyıl oluyor. 'Abdullah oğlu' 1300 yılı aşkındır, insandan uzak, dünyadan ayrı, Nietzsche, tanrıyı öldüreli ben diyeyim 90, siz deyin 100 yıl olmuş, atom parçalanmış, Aya çıkılmış, Kuzey-Güney savaşını kölelik karşıtları kazanmış, evrensel insan hakları bildirgesi dört bir yana asılmış, dünya hiçbir zaman olmadığı kadar ulusla dolu, üç kişi bir araya gelip bağımsızlığını ilan edebiliyor, hiç kimse hiç kimseye bir şey demiyor, sabah kahvaltısını Newyork'ta yapan, akşam yemeğini İstanbul'da yiyebiliyor. Çoklukla karamsar tablo çizsek de, belki de yeryüzü iyiye gidiyor.. Kültür kavramı o denli yaygınlaşmış ki her şey bir sanat yapıtına dönüşüyor, sanat yapıtı hayat yapıtı oluyor. İnsan ruhu hiçbir zaman olmadığı kadar özgür, usun sınırları sonsuzu zorluyor, robotlar yapılıyor, koyunlar, babunlar klonlanıyor, insan isterse kendini çoğaltabiliyor ve bütün bunların olduğu yerde, hemen hemen tam merkezde bir ülkede kitap yasaklanabiliyor. Kitap ki insanın, yeryüzünün ve tanrının bir yansılaması, kitap ki (yazı) buluşların en büyüğü, kitap ki evrenin bir parçası; bir karşı evren, geçmişimiz, geleceğimiz, var oluşumuz... Şu buyrulanlar bir parça yalan olsaydı, tanrı, kullarla arasına 'Furkan'ı koyar mıydı, dünya kütüphanelerle dolar mıydı, emirler ilahi ceza adına; kara kaplı kitaplara bakar mıydı, aşıklar, sayfalarından hilal kaşlılara dizeler fısıldar mıydı... Modernite adına çekinmesek, neredeyse dünyaya kitap için geliriz; Tanrı da kitap için vardır diyeceğiz..





Görüntünün olası içeriği: 1 kişi


***






BOTERO & BOSCH
Tanımı çok, ama sanatçı nedir belki bilinebilir, sanatıyla diğerlerinden ayrılabilen kişidir sanatçı. Botero'yu kendinize yakın bulmasanız da bir sanatçıdır o, neden, çünkü resmini görür görmez, bu Botero deriz. Halbuki aşağıdaki resmi Mona Lisa!..
Sanatçı, Anlatımı yani çizgisiyle fark edilebilmeli, ayrılabilmelidir, (Evet bu Botero diyebilmeliyiz.)
Konusuyla ayrılacak, İbrahim Balaban'ın konuları, onun diğerlerinden ayrılmasını sağlar örneğin. (Konu, sanılanın aksine, sanatçı için her şeyden daha çok belirleyicidir. Guernica, Picasso'yu bağışlamamızı sağlar, Dali ise herkese başkaldıran bir şeytana benzer, bu yüzden sevilmez, oysa gerçek protestocu -anlaşılması ne denli güçse de- Dali'dir, Picasso olanlara baş kaldırır, Dali ise dünyaya!)
Yorumuyla, kendine özgü bakışıyla ayrılacak, doğulu bir ressam Mona Lisa'yı biraz daha kadınsı veya dışa vurumcu çizebilirdi belki de, bu özgün bakış ya da yorumlayış farkı yaratabilecektir. Oriental ressam deriz, yorum farkı bu söylemi doğurur. Yorum bazen kendi coğrafyasını dile getirebilir, belirleyebilir!..
Her şeyin dışında, kendi öznel kimliğiyle resmini ya da sanatını icra edecek. Botero'nun kadınları ya da çizgileri ovaldir. O dünyayı bir şaka gibi, bir oyun ya da bir tatlı hüzün gibi görür. Gizli bir karikatürize ve hiciv vardır resimlerinde, katlanılmaz olan dünyayı, bu şekilde katlanılır kılmak istemiş ve bu onun acılarını hafifletmiştir.
Ortaçağ ressamı Hieronymus Bosch ise örnek verilecekse, dünyayı bir cehennem olarak resmetmiştir, olasılıkla kendisi de acımasız duyguların savurduğu bir yeryüzü içinde, bir kaos ya da umarsızlık rüzgarında sürüklenmiş olabilir. Bir rüya, karabasan veya kabus içindedir sanki, ortaçağın kitleler, ölüm ve veba salgınıyla kavrulan üçgeninde inancını yitirmiş bir keşiş gibidir.
O da Botero gibi alaya alır dünyayı, şakacıdır, ama onun şakası, trajediyle iç içe bir umarsızlığın, kendi kendini mahvederek yok eden bir hiçliğin cadı bayramıdır, Bosch, Botero'ya göre çok daha anlamsız bir dünyanın ve kitlesel paranoyanın ressamıdır.
Acı insanı sanatçı yapar hükmü, Bosch için geçerlidir ve Bosch, görecelide olsa Botero'dan çok daha büyük bir ressamdır diyebiliriz. Çünkü onun coğrafyası tanrıya uzanırken, Botero sadece yeryüzünde kalır!..












13 Ocak 2020 Pazartesi














G MELEĞİ
Gabriela
Beni anlayabilirsin sen
Yalnızca düşlerin yasası yoktur.
*
Gecenin yarısın da gel
Yarı fahişem
Yıldırımlar düşebilir sakın unutma.
*
Senin beyincik tasın ve şah damarların
Beni çıldırtıyor
Onlar her şeyi hak ediyor
*
Gecenin yarısında
Bütün ilimleri öğretebilirim sana.
Ama her şeyde olduğu gibi yarı yarıya
*
Yaratan ve yaratıcı olan
Şifalı suların için
Keseni getirmeyi unutma
Surelerini de getir yanında
*
Oradaki
Kireç ocağından geçerken
Gene sidiğini sal çayırlara
Bir kısmını da günnüğüne doldur
*
Ailemizin ambarlarından
Gümrah avadanlıklarından
Para eder mallarından sayılır.
*
Akşam inerken
Kireç taşıyla ovala entarini
Kil silgini de kullan
Kirin canına ot tıkıyor o
*
Ama İsa'yı görür görmez saklan
Yoksa günahlarımızın tadına varamayız
.*
Gabriela
Unutmak en iyi ilaçtır
Karanlıksa
Düşlerimiz için yaratılmıştır
Telepati yoluyla ayetleri dinleyebilirsin
Uyurken tanrını gözetleyebilirsin
*
Kanatların sızlıyor mu
Kederlisin öteden beri
Ve özlemişsin
Yeryüzünün işlerini .
*
Göksellikle süsleyip avuttuğun beşiğini...
*
Gabriela
Gaitan Isfahan gülü gibi kokuyor
Mezmurlar ve şarkılar da saklıdır onun gizi
Ve tapınakların mürle ovulu
*
Tanrıyla da sevişmeli miyiz Gabriela
Hayır, hayır Magdelena
Senin altında inlerken ben
Bütün adları unutuyorum.
Ve evrende yaşar hepimiz
Tek kişiymişiz gibi geliyor bana
*
Günahta yok suçta
İyilik yalan ve kötülük dediğin
Bulutların üzerinde uçan.
*
Gençler birliği mi kozmosun geleceği
Danzig'deki sempozyumda konuşan mı
Söyledi gene.
*.
Gabriela
Ben ancak aracı olabilirim sana
Tanrınla.
*
İlahi gövden için
Susayan vulvan için.
Belki elçilik yapabilirim
Başka bir şey umma.
*
Bak bir köpek belirdi baş ucunda
Çok kıpırdama
Kuduz olabiliriz
*
Bu gece ellerimle ellerini elleyeceğim
Her şeyini içeceğim
Seni etkileyeceğim kovuğunda
*
Sonra Kıtmiri bekleyeceğim
Ve bir daha dönmeyeceğim.
*
Tan atımından yükseliyor atlılar
Nasılda kıvılcım saçıyorlar
*
İşte geçip gidiyor gecen
Hiç biri dönebilmiş değil ki azizem.
*

***

,



ANTİK ROMAN
Benim en büyük düşmanım ben'imdir, diyebilsem de, Şemsi Tebrizi'nin Makalat kitabındaki küfürlü çevrimlere şaşırmıştım, böyle bir anlayış, yaklaşım yok, çünkü nitelikli ya da ciddi bile olsa bütün yapıtlarda, yazarlarda, kitaplar basılırken dizgi hatalarının göz kaçıranıyla ve bilinçsizce göz boyayanıyla çok karşılaştım. Şu bölümü çıkaralım, adını değiştirelim, bin bir çeşit garabetler. Sonunda tasalarımı, uhrevi ağrılarımı, el sürmeden yayınlamayı başardım. Kim farklı varyantlarıyla, bu meselin ne kadarıyla mutlu olduysa, o kadar mutlu olabilirim. Boyumun ölçüsünü almaktan gurur duyarım...
Antik Roman kitabı adıyla ilgimi çekti öncelikle, bu antikite duygusu küçüklükten beri tutsak almıştır benliğimi, okumam gerek diye düşündüm hemen. Nasıl Makalat'ta dil küfre bulanmışsa, bu kitapta da dil hoyratlığı diz boyu, ama bu neşe veriyor okura, çünkü tüm çıplaklığıyla ve bizim gözlerimizden saklanan gerçeklerin gizemli yanlarıyla tanışıyorsunuz, kitap tam da okumanın aboniyerlerine, otsuz tiryakilerine göre!.. Sahibinin edebi kişneyiş modeli tüm serkeşliğiyle apaçık ortada ve gerçekler üstünüze baldırı çıplak biçimde boca ediliyor. Tarih, kral çıplak deyimine uygun biçimde dile getiriliyor, yazar bunu bilinçli mi yaptı bilemem, gerçek buysa doğrusu da budur sanırım.
Kitabın üzerinden tramvay geçmeden, yazarı gibi disiplinsiz bir simetriyle aktarmaya çalışayım ilgi çeken noktürnleri, edebiyatın mimarisi anormaliteden geçer, ilginç mi ilginç bir şey sunayım hemen, Fatih, yani II. Mehmet Konstantinapolis'i alırken İpek ve Baharat yolunun kavşak noktalarından birini kestiği için, Avrupa yeni bir çıkış yolu aramış, Musevi Kolomb, Bartelmi Diazlar, Hernan Cortesler ve Rönesansın ve bil mukabele reformun doğuşu da bu yüzdenmiş. İnanın okuyunca titredim, yenilmek nasıl bir utkuya dönüşüyor görüyorsunuz, Fatih bu durumda Avrupa'ya negatif motivasyon sağlayan bir pir-i mugan dede olduğu için, bir yerlerde kesinlikle heykeli dikilmiş olmalı, en sevilen Avrupai tandanslı padişah ilan edilmesi, gizli bir kutsama, bir ululama da olabilir artık. Şaşırtıcı derecede ilginç ve insanı düşüncelere boğan bir yaklaşım, kitap bu tip ders ve algoritmalarla dolu hemen söyleyeyim. Karşı koyar görünmenin işbirliğine nasıl dönüşüyor zaman ve mekanın tersinir paralelliği görün!..
Başlangıçta atın ehlileştirilmesiyle ilgili bir bölüm var kitapta, yazar primitif, tuhaf şeyler anlatıyor, nereye varacak diye merak ederken, papirüsten bir kitabı kuşkuyla inceleyen Habeşli gibi Furkan'ı bırakıp aslolana secde edeyim derken, görkemli bir anlatımla sone erdi söylence ve edisyonun sahibi atlar işte böyle ehlileşti diye bitirdi bölümü. Okur gözünde sınıfı geçmişti artık ve ileri derecede oylumlu kitabı okumak zorunda kaldım açık söyleyeyim.
Kitap günümüzle, yakın tarihteki anılarla, antik çağ söylence ve oluntularının iç içe sergilendiği bir yarı destan, epizod, çünkü us kıran şeyler anlatılıyor sürekli, ortayları eğip büken, hiç bilmediğimiz, olasılıklarını bile düşünemediğimiz bir antitarih bu kitap, yazarına el sağlığı ve anlak açıklığı dileyelim ki aşıknamesini sürdürüp gidebilsin. Fransız, doğal bilge Frer Jan'ın çoğun araya girerek yönlendirdiği, tarihi anekdotların cirit attığı garip bir roman bu, ülkemiz edebiyatına doğrudan katkıda bulunan bir mecelle inanın ki...
Yazar, Gülün Adı, Umberto Eco'nun romanına öykünmüş olabilir mi diye düşündüm bir an, bir meslek hastalığı, kıskançlıktır bu literatürde, her iyi şeyi batıya bağlamak veya oradan başladığını ileri sürmek anomalisi vardır doğuda, doğu kendisinin celladıdır öteden beri, ama bir formülüm var doğuyu aklamaya kalkışan bu konuda, eğer her şeyi batı biliyor ve doğu bir hiçse, dahası kozmikomik bir embesil, bir Lennie'yse, bu gerçeği hiç bir zaman yansıtmayacaktır, şöyle düşünün, her şeyi bilen ve hiç bir şey öğrenmeyen iki kavim, iki cennet kuşu var diyelim, biri diğerine her daim her şeyi öğretmek istiyor, bakın azılı derecede cahil birine bir şey öğretmek zorundaysanız, bir parça sizde cahile ayak uydurup alfabetik olmak zorundasınızdır, bir kesim cahilse yani, diğer kesimin allame-i cihan olması düşünülemez, artı eksi kutup gibi birbirini çeker bu oluşum ve tanrısal bir dengede durur diyapozonunuz. Diyesim ne batı sihirli flüt gibi usa sığmaz besteler üretebilir bu ahvalde, ne doğu dilsiz, Şam esiri gibi kekeler durur sürekli, tutsak sahibini, sahibi tutsağı kesinlikle etkileyecek ve doğa ya da fizik yasaları gereğince bir konsensusa doğru gidecektir homosapiensimizin zoraki yoldaşlığı, öyleyse şudur, cahiliye doğusunun, batısı; bu cahiliye kesimin, artık kafeini alınmış uygar batısı olabilir ancak, ötesi söz konusu olamaz, evrensel buyrultular gereğince, uygar batının doğusu da, bu uygar batının elverdiği veya yaratabildiği doğu olabilecektir artık, doğurguda birbirine paralellik arz eden bir simetri ya da öngörülür bir asimetri olacaktır ortadaki görüngü, sonuçta ilahi terazide, nasıl tüm insanlar tek bir insansa, uygarlıkta doğusuyla batısıyla tek bir uygarlıktır, onun bir tarafını küçümseyen kendini küçümsemiş olur, karşı koymanın, küçümsemenin, yüceltme ya da kutsamanın iç içe bir işbirliğinden geçtiğini bilen herkes a=b olduğunu sezecektir artık. Yukarıdan bakınca, batı ve doğu birbirinin türevi, nicelikle ayrılmış, mazohist ya da sadomazohist bir küredir ne yazık ki, neşeli bir hayatı andırır, Polyanna Topacı diyende aynı düşüncenin karşı kutbu sayılabilir doğallıkla... Kısacası doğu batı diye bir şey yoktur, günahları ve nükleer kıyamet provalarıyla, Scapin'in Dolabı'dır bu dünya, afra tafra yapanlarda, her sabah etil alkollü arıtma yöntemiyle gerçek bir anomaliye dönüşen beyin sahipleridir olsa olsa!..
Onlar ki, Korona kavminin umarsız çocuklarıydılar!.. Kabil ve katil arasında bir harfçiğin iğvasına kapıldılar. Kükreyen nidalarla, ekmek ve şarabın bahtiyarlığında, İsa'nın etiyle, kanıyla, vicdanıyla semirdiler. Ve her biri, birer Kandehar yolcusu olduklarını bilmediler. Bayrakların altında, ganimet ve tutsak değiştirdiler. Ve yıldızların yoldaşlığında, her bucağa, kadim bir uygarlık götürdüler... Ve onlar ki, Allah Allah nidaları ve sancaklarıyla, bir virüse yenildiler!..
Dişi taşlar üremez ve her sakalda bir keramet arasaydık keçiler peygamber olurdu diye özdeyişler de var kitapta, Ermenilerin atalarıymış dile getiren bu tılsımlı varsağının uyakçıları. Buranç gibi öztürkçe, Salamin boğazı gibi bilmeceler, yılan derisine altın harflerle yazılmış İlyada, güneye inen yola kıvrılanlar, Ferrari konseyi gibi sayısız nitelemeler var kitapta... Kitap gibi davranalım ve akışı keyfimizce yapalım dedik ya... İşte Fatih, Bizans'ı alınca, Amerika'yı keşfetmek zorunda kalmış batı, ebcet hesabınca Endülüs elden düşermiş bu yüzden, Avrupa'nın besini bitince, yeni dünyaya göç etmek zorunda kalmış hasılı ve ama görün ki; göçebelik uygarlığın müjdecisidir dostlarım sizi aldatıyorlar!.. İstanbul ve Endülüs doğu ve batının go oyunuymuş kısacası, satrançtan öte, diyorum ki, doğunun kaderciliği adına, ey Fatih İstanbul'u alacağına, Cem Sultan'ı bir Bizans prensesiyle evlendirseydin de gül gibi geçinip gitseydik, o zaman ne bugünkü giyotinci hısım akraba Anadolu'ya girerdi, ne de biz 21 yaşında ermiş oldu diye bir kılıç koçerosunun izanına iman ederdik. Bize kalan istesek de istemesek de işte bu matem havasıdır!.. Kaderimin kaderi budur işte!..
Başka bir konuya sürçülisan edelim şimdi de, edebiyat, -yazın- artık zincirlerinden boşandı, ışık hızında gidiyor yıldızlara doğru, Antik Roman küçük bir ansiklopedi gibi ve tuhaf bir yazınsal ürün. Uyumak için aldığınız müsekkinleri bırakın, orta tabaka türküler, iyilik perisi şiirler, anıların sandukasından fırlayan gulyabaniler, siz hala bunlara yazınsal yapıt gözüyle mi bakıyorsunuz, öyleyse anneniz sizi, hala dünya denen genel evde çalıştığınızı sanıyor, zincirlerinizi kırın ve Antik Roman'ı okuyun, onu bırakın kitaplar arasında sörf yapmayı öğrenin, yeni ve başka ufuklara, Galiçya'dan Baykara'ya, Papua'dan Kaledonya'ya yelken açmaya bakın. İnsan nasıl insan oldu sorusuna yanıt vermek ve karanlık enerjinin gizine erip, tanrıyı sıgaya çekip, sorgulayabilmek için buna zorunluyuz. Ufukta tanrıların uygarlığı yavaş yavaş soluyor, robotlar, simülasyonlar, algı kapıları, simülakr ve illüzyonlar dünyası yaklaşıyor artık, Heisenberg atanız olacak ve bir kaç dakika içinde hem var hem yok olacaksınız. Aile efradınız ciplerde yaşayacak, büyük büyük babanıza cennetin anahtarı gerçekten var mıymış Haco diye sorular soracak sonra ortadan kaybolacaksınız... O'nu göreceksiniz, o kim mi, o dedim ya, o işte, çünkü tanrının foyası meydana çıkmak üzere, onun üstünde biri var, işte o, o!..
Kurtuluşumuz gene yok ne yazık ki, siz toprağa bağlı çiftçilerdiniz çünkü, ayağınızı mekandan, gözünüzü zamandan ayıramadığınız sürece yeryüzünde birer kölesiniz hepiniz. Uygarlık dediğinizde kanlı sunaklarınızın dumanları arasında atılan çığlıklardır sürgit. Tanrım sen başarısızsın, göz bağcısın, ben de umutsuzum bu yüzden. Antik Roman'dan bunu anladım ben. Bizi kitaplar kurtaracaktır bu yüzden, tanrılarımız bile ona sığınmadı mı!.. Ah tanrı basbayağı bir okurdur gerçekte, kitaplarımızda evren!.. Okumak, öğrenmek istemeyen bu yüzden tanrı indinde -okur gözünde- bir kafirdir ve yine bir bakıma kitap tanrının düşüncesidir, harflerde evren.
Antik Roman'da doğuya uygarlık götüren İskender'in, babasını öldüren feri katillerden biri olduğu söyleniyor, uygarlık nasıl bir şey anladınız mı!.. Romüs ve Romülüs'te öyle... Hayat, öldürme üzerine!.. Antik çağın birinci dünya savaşının, Truva olduğunu ve kaybedenin gene doğu olduğunu söylüyor kitap, ilk ahitin, barış muahedesinin Kadeş olduğunu, bunun sonucunda Hitit'ten Mısır'a göçün başladığını ve her biçimde tarihin bir göçebelik ve yer değiştirme harekatı olduğunu anlıyorsunuz. İnsanlığın bir trajedi, yani keçi şarkıları olduğunu da... Yağmalanan Truva'nın dağılarak tüm Avrupa halklarının atası olduğu, Göktürklerin tembele yatuk dediğini, büyük annenizin yatalak olmasının, Göktürklerden geldiğinizi imlediğini, İskender'in Sur savaşında esir düşen iki bin çulsuzu korona aralığı gözetilerek çarmıha gerdiğini, ama bunu salt buyruk verdiğini söyleyerek hafifletirler, oysa hukukta azmettiren suçludur ve böylelikle İsa'nın yazgısını müjdelediğini, ruhban sınıftan bir inzivacı -yani keşişin- bu vahşeti bildiği için, tanrının sayısız dünya yarattığını ve 'b'li okun yaydan çıktığını görünce, tümünü yok ettiğini ve dünya ile işini denemeye devam ettiği mottosuna sığındığını, Pindaros'un bu yüzden, ruhum olanaklı şeylerin peşinde koş, Leibniz'inde olası dünyaların en iyisinde yaşıyoruz dediğini, mürün Mekke merhemi olarak bilindiğini, Pisagor'un aynı anda iki yerde birden olabilme tansığını, Amon tapınağındaki dehlizde öğrendiğini ve bende Taraskonlu Tartarin gibi sanat uzun hayat kısa demek zorunda kaldığımı...
Kitapta ilginç bir mesel var, Etrüsk kralı Tarquinius'un iki çocuğu Delphoi (Yunus) tapınağından çıkarken, hangisinin tahta çıkacağını öğrenmek isterler, kahin Pithia der ki, döndüğünüzde hanginiz önce annenizin elini öpebilirse o olacak der. Çocuklar kaosa meydan vermemek için aralarında anlaşır ve aynı anda annelerinin elini öpmeyi kararlaştırırlar ve babalarından sonra hüküm sürmek üzere ant verirler. Ne var ki kahinin söylediğini yalnızca azatlı bir köle olan Juniusi, 'aptal lakaplı Brutus' anlamıştır. Roma'ya dönüp kutsal kapıdan içeri girerken, düşermiş gibi yapar ve toprağı öper. Çünkü bilinir ki bütün insanların anası kara topraktır. Görkemli Tarquinius ailesiyle birlikte Roma'dan kovulunca, en yakın nedimi Juniusi'nin krallığı artık bir haktır!..
Tümceye bakın, turunç rengi tüyleri olan bir kaplanın safrasından alınan ve bir katırın toynağında saklanan zehiri Antipatros'a Aristoteles vermişti, evrene değil efendisine sadık biriydi o, efendisi çift boynuzlu İskender'di!.. Feylesof Aristo böyle biriydi, onun naturasında köle diye bir varlık yoktu bu yüzden!..
Peki bir kabirin ve Kabil'in çocukları olarak kitapta bir kusur olabilir mi...
Botticelli'nin Venüs'ünün ayakları gerçekten bir protez gibi duruyordur ve parmaklar neredeyse atavizm ürünü bir tuhaflık sergiler. Sanatta bilinenin aksine, kusursuzluk insanı, kusur tanrısal olanı işaret eder.. Michelangelo kusursuz bir insan yapımı ortaya çıkardığında, dayanamadı ve çekici Musa'ya fırlattı. Çünkü kusursuzluk insan ürünü bir yapıntı gibi gözükse de gerçekte tanrının üzerinde yer almaktır. Bu kusurlu tanrımıza bir hakaret ve dinde şirk koşma dediğimiz bir yadsıma türüdür ne yazık ki. Evrenimiz kusurludur, tanrı kusurludur ve uygarlık biçimimiz gereği insan da kusursuz olamayacaktır ne yazık ki. Kusursuz olabilmemiz için tanrıyı terk etmemiz, uygarlık biçimimizi kökten değiştirmemiz ve Musa'yı da doğallıkla hiçlememiz ve onun gerçekte bir günahkar ya da bir günahın izleği olduğunu kabul etmemiz gerekir. Dolayısıyla burada yazar bir kusur işliyorsa eğer, insanı değil tanrıyı ima etmektedir. Bu onun kusursuzluğudur, kusurun kusursuzluğu!..
Mezar taşına biri 'Ölüm Gerçekmiş' diye yazılmasını istermiş, çünkü kimse ölmeden ölümün gerçekliğine inanamaz, ölünce de inanmak için zamanı kalmaz. Biriside yüzümüzü unuttuğumuzda ölmüş oluruz dermiş!.. Kısası esareti ve cesareti tadar ve çekip gideriz bu dünyadan.. Son olarak kitaptan bir gül beste derleyelim ve bir şiirle bitirelim...
Perslerin diplomasideki siyaseti şuymuş, Atina güçlenince, Ispartayı, Isparta güçlenince Atina'yı destekler, yardım ve yataklık ederlermiş!.. Bu size bir şeyler anımsatmıyor mu... 'Burada ölüler oturur, düşünce gücünden yoksun olanlar' buda ölümün tanımı dostlar. Paris'in Hades'e yolladığı, Aşil'in son pişmanlığının adı. Truva'yı kılıç suyu akmadan ele geçiren İskender gururu için genede bir genç kızın kurban edilmesini ister. Doğuya uygarlık götüren İskender, kızın cesedi soğuyana kadar başında bekler. Herodot tarihinde yazıldığına göre eski devirlerde Susa'dan gelen. elçinin biri başındaki saçları kazıtıp, kralın buyruğu yazıldıktan sonra saçlarının uzamasını beklemiş ve gizli emri Miletos'a sağ salim ulaştırmıştı. Kitapta olaylar kronolojik değil, II. Murat Varna savaşını tam kaybediyorken Haçlıların kralı Ladislas attan düşünce hemen kafası kesilmiş ve Kerbela'daki gibi, savaş meydanında dolaştırılarak Haçlılar ancak yenilebilmiş. İskender bir keresinde, Sur şehrinin fethinde, kahinin kehaneti iki gün gecikmeli olarak yerine geldiğinde, hırsını alamamış ve takvimlerin iki gün geri alınmasını buyurmuş, kralın yetkilerini anlamak için görkünç ve absürt bir çılgınlık.

Diodoros, Rufus ve Plutarkhos gibi tarihçileri okuyan Borges'in bazı öykülerinin buralardan derlendiğini anlıyor insan. İskender, içinde tüm bilgilerin saklandığı ışık yayan bir çukura bakamıyor, Alef öyküsünün temeli gibi, yine İskender, annesi Olympias'ın Mısır'dan gelen yılan kılığına girmiş bir rahipten hamile kaldığını ve babası Filip'in üvey çocuğu olduğunu öğreniyor. Bu nedenle bastırdığı paranın üzerinde çift boynuzlu Amnon'un oğlunun resmi görünüyor. Boynuz Apis örneği Amnon'un simgesidir ama İslamiyette bile İskender ki tanrının oğlu, bu nedenle çift boynuzludur. İlginç bir anekdot daha var kitapta, papa Nicolas bütün kitapların çevrilmesine ön ayak olmuştur Rönesans öncesinde ama her yanını, bu çevirilerin düzeni bozacağını söyleyen tutucular sarmıştır, Nicolas şöyle yanıtlar onları bir gün Avrupa bu çeviriler sayesinde dünyaya hükmedecek... Doğunun neden geri kaldığını anlamayan var mı... Kitap ki tanrının düşüncesi, evrenin evidir, sevgilim onlar kitaba düşman!..

Türklerin geleneğinde bir eli yumruk gibi sıkılı doğan çocuğun büyük bir hükümdar olacağına inanılırmış. II. Mehmed onlardanmış. Bir hurafe, yılan sokmasına kunduz yağı iyi gelirmiş. II. Mehmet savaşları meydan savaşı olarak kazandıklarını bildiği için İstanbul'u savunanları dehlizlerden dışarı çıkarmak istemiş hatta bozguna uğradıkları sanısıyla ya da kralın yakınlarını kaçırarak bunu sağlamak istemiş, hiç biri olmamış, Haliç'e bir gece yarısı dolan gemileriyle şehrin içine ancak girebilmiş. Batıl, o kadar etkileyici bir geleneğe dönüşebiliyor ki, Sümer'de piramidin tepesine ulaşmak için yarışan kalabalığın orada bir bir başları kesildiği halde genede insanların tırmanmak için birbirini ezdikleri söyleniyor. Bütün tanrılı dinlerde görülen şehadet kavramının temelleri kim bilir nerelere uzanıyor. Sümer'de bu ritüelin kaynağı, yeniden doğma vaadi ve kurbanlarının ümidiymiş. İstanbul fatihi, Bizans imparatorları gibi erguvan rengi pabuç giyen Mehmed'e, Hristiyan olması için papaya mektup yazma önerisi sunanlar, papanın biz o savaşı Maveraünnehir'de kaybettik demesiyle karşılaşırlar. Türkler sözde orada bulunan envaı çeşit dinlerden İslamiyeti seçmiştir. Osmanlı da şarabı padişah içmeden tadan kimseye Şarapdar-ı Has denirmiş, bunlar padişahın yakınlarından seçilirmiş, ama tarihçiler bunun zehirlemede işleri kolaylaştırdığını ileri sürüyor ve İskender'in ölümüne yol açan iksiri Aristo'nun suikastçiye verdiğini söylüyor. Kale daima içeriden vurulurmuş ve Homeros'ta köle oğlu demekmiş.
Kitapta daha yüzlerce tansık, kıssa ve söylenti var. Okuyanla okumayan bir olur mu meseli, işte bu kitapta kendini gösteriyor ve bir anda da öğretilerin doruğu olan şiir geliyor... Bir şeyin diğeriyle ilgisinin olmayışı sanısı illüzyondur, diğerinin nedenseli kesinlikle ilkidir.Hiç tropik orman görmemiş, zarif bir ruhtur Gümrükçü der gibi!..
Sudakin / ''Rejeneratif dünyanın aygıtlarıyla / Akışkan yağmur sürüklüyordu. / İmmünofloresans yollar / Operasyonel günler ve ağlar el değiştiriyor. / Corona ortalarında. / Meleklere merhaba dedik / Bitkiler, bitkiler, bitkiler. / Herbaryum konferansı sürüyor. / Hodgkin sayrıları şurada / Akut lösemiler ve çinko ülkesi uzaklarda mı / Damar içi akıntılar kimi engelleyebilir / Sulara gömülen Eski Mısır, nasılda yükseliyor. / Rammal diye sesleniyorum Rammal / Hiyeroglifi gördün mü / Sanal boksör Parkinson kime yenildi / Kognitif sinir hatasıyla dövünen Ramses / Peptit yağmurları / Kızımız fareye yüz nakli yapabilir mi... / Manyetik parçaçıklardan bir porsiyon / Ve siyah yürek tatlısı ne lezizdi. / Kara koyunlar ve nötron yıldızları / Bohr gözetiminde yola çıktılar. / Hey Polimer, modifiye elektrotlar geldi mi / Enerji yükle onlara / Yüksek doz. / 'Periodontoloji alanında kişiselleştirilmiş ağız sağlığı dürtüleri oluşturabilmek adına / tanı kitlelerinin virüsel ortamında kullanılabilme ereğine yönelik olarak periodonditis / ve periimplantitis patogenezlerinde rol oynayan biyobelirteçlerin saptanması konularında dönüp duran / o geç Hitit kalesine girdik / Fenike lehçesiyle çift dilli yazıtları görebilmek uğruna' /
Bay Migren gel / Uzuvlarını evet. / Soyut cebir barış temrinleriyle oynayabilir / Metabolik, metabolik, metabolik. / Bak şeylerin ara yüzeyi araya giriyor / Nükleik asit baza dönüşüyor. / Medulla gölgesi Galya yurtluklarında / İşte Kromaffin'de tahtını terk ediyor.'
Proaktif algılarımızın / düşsel gerçekliklerde ki kaygılarımıza oranla / önüne geçebilmek için / çok çabalar sarf etmekle kalmayıp / gen psikolojisinin öngörüsüyle / çoğalan sorunların galaktik sendromlara ağan / geniş kitle olgulanımlarına katlanmakta / geç kalındığı üzere hazırlanan / tezin yararı olmadığına ilişkin / varsayımlar üretmekle kalmayıp / kendimizi derin bunalımlara sürükleyen / geçiş tünellerinin güvenilirliği konusunda / bir önlem alınmadan yakalanabilirliğimizin savıyla / baş edilmezliğin olasılıkları...'
Bir merkezden konuşuyor Ramirez. / Uzay istasyonuna kimler kabul edildi / Moleküler salınımı başlattılar / Polimerler çağından kovulan ilk isim o / Enlil'siz olmaz diyenler arasında. / Mitotatik kinaz. / Stratejik piar ve inovasyon düalitesi konusunda / immünoterapötik, / tümör antijenleri ve yıldız kümeleri spiralite oldu. / Sistemik lupus eritematozis / Sezar'ı burada öldürüyor. /
Reprodüktif biyoteknoloji transgenik ve in vitronun sayı yağmurları başlasın / Grafenoksit ve ışık yayan organik diyotlar / Aysbergler ve Senkrotronik Try-Cys bağı ne işe yarıyor. / Arkeometri duyuyor musun / Tuşa bas. / Tanrı geliyor!..''
Sanatın amacı belki de belirsizlik yaratmaktır, kuşku... Gerçekte, ötekilerden bizi ayıran tek özelliğimiz de okumaktır. Okumak geçmişin anımsanması, geleceğin tasımlanmasıdır. (Çekirge arıyı yiyor ve kutsanan geometriyi her seferinde bitiriyor diyemeyiz). Okumayan insanlık, bir anda insan olmaktan çıkar, evren çöker ve tanrı yiter. Yeni bir dünya ve başka bir evrende, ancak okumakla olasıdır. Bunu bilen büyük ebeveyn, 'Oku' demekle söze başlar ve her şeyin başının ve sonunun bir bellek oyunu olduğunu bilir. Bunun yaşanması ve buradan kurtulmamız gene okumakla ve bir tür evren olan, engin usun sınırlarını parçalamakla olasıdır ne yazık ki...
Antik Roman /Uğur Müldür / A7 Kitap Yayıncılık / 624 Sahife.