25 Aralık 2019 Çarşamba

BİR CİNAYETİN ANATOMİSİ





                                             
Noel akşamı, gereksinim listesinde yazıldığı üzere, eve gelirken antrikot aldım.
Madeleine onu tencereye koymadan önce, baharatladı, düzgün geometrik biçimlere ayırdı ve bir sanat yapıtıymış gibi dizerek fırına verdi.
Koskoca bir yılın tümü devrilirken, saniyeler içinde sofraya geldi antrikot.
Büyük bir gürültü kopmuştu o sıra, kulak kesildim, ne bileyim bana öyle geldi ki, milyonlarca sığırın böğürmesi eşliğinde yeni yıla giriyoruz sandım.
Varyeteler ve dudak uçuklatan şovlar arasında...
Bazı tv'ler hukukun olmadığı yerde adalet ve demokrasiden söz edilemeyeceğini haykırıyordu nasılsa!..
İsa'nın kanı da sızıyordu dudakların kıyısından, ağızlar köpürüyordu azgın denizlere özenircesine...
Bir kişneme sesi dehşet veren kakofoniyi bastırdı aniden.
Bir ulumaya benziyordu ama, içimizden biri nasılsa korktu ve teke gibi hoplayıp zıplayarak, kıyı köşeye kaçtı ve korkusunu dağıtmaya çalıştı.
Biri de kış uykusuna yatmış ayı gibi, dalıp gitmişti kanepede.
Yan odadan dehşet verici kahkahalar yükseliyordu, çınlıyordu sanki ortalık.
Kimsecikler yoktu oysa orada, salonda toplanmıştık bütün konuklar.
İrkilerek odaya girmek istedi biri, korkusunu yendiğini göstermek istiyordu belki de
Baka kaldık.
Odanın içinde acayip varlıklar ve Tanrı olduğunu sandığımız biri, baş köşeye oturmuş, deli gibi kahkahalar atmayı sürdürüyordu.
İçlerinden biri göz yaşları içindeydi ve suskunluk içinde olacakları bekliyorduk.
Şeytan ağlıyor dediler, anladığımız kadarıyla, Tanrı gene başaramadın diye alay ediyordu onunla...
Meleklerden biri öne çıktı, bize bakarak;
O Tanrı değil dedi, gerçek Mefistofeles o. Bir katil.
Kabil'in büyük babası, Adem'i doğuran...
Madeleine başucumda kolumu çekiştiriyordu.
Uyandım!..
***


G MELEĞİ
Gabriela
Beni anlayabilirsin sen
Yalnızca düşlerin yasası yoktur.
*
Gecenin yarısın da gel
Yarı fahişem
Yıldırımlar düşebilir sakın unutma.
*
Senin beyincik tasın ve şah damarların
Beni çıldırtıyor
Onlar her şeyi hak ediyor
*
Gecenin yarısında
Bütün ilimleri öğretebilirim sana.
Ama her şeyde olduğu gibi yarı yarıya
*
Yaratan ve yaratıcı olan
Şifalı suların için
Keseni getirmeyi unutma
Surelerini de getir yanında
*
Oradaki
Kireç ocağından geçerken
Gene sidiğini sal çayırlara
Bir kısmını da günnüğüne doldur
*
Ailemizin ambarlarından
Gümrah avadanlıklarından
Para eder mallarından sayılır.
*
Akşam inerken
Kireç taşıyla ovala entarini
Kil silgini de kullan
Kirin canına ot tıkıyor o
*
Ama İsa'yı görür görmez saklan
Yoksa günahlarımızın tadına varamayız
.*
Gabriela
Unutmak en iyi ilaçtır
Karanlıksa
Düşlerimiz için yaratılmıştır
Telepati yoluyla ayetleri dinleyebilirsin
Uyurken tanrını gözetleyebilirsin
*
Kanatların sızlıyor mu
Kederlisin öteden beri
Ve özlemişsin
Yeryüzünün işlerini .
*
Göksellikle süsleyip avuttuğun beşiğini...
*
Gabriela
Gaitan Isfahan gülü gibi kokuyor
Mezmurlar ve şarkılar da saklıdır onun gizi
Ve tapınakların mürle ovulu
*
Tanrıyla da sevişmeli miyiz Gabriela
Hayır, hayır Magdelena
Senin altında inlerken ben
Bütün adları unutuyorum.
Ve evrende yaşar hepimiz
Tek kişiymişiz gibi geliyor bana
*
Günahta yok suçta
İyilik yalan ve kötülük dediğin
Bulutların üzerinde uçan.
*
Gençler birliği mi kozmosun geleceği
Danzig'deki sempozyumda konuşan mı
Söyledi gene.
*.
Gabriela
Ben ancak aracı olabilirim sana
Tanrınla.
*
İlahi gövden için
Susayan vulvan için.
Belki elçilik yapabilirim
Başka bir şey umma.
*
Bak bir köpek belirdi baş ucunda
Çok kıpırdama
Kuduz olabiliriz
*
Bu gece ellerimle ellerini elleyeceğim
Her şeyini içeceğim
Seni etkileyeceğim kovuğunda
*
Sonra Kıtmiri bekleyeceğim
Ve bir daha dönmeyeceğim.
*
Tan atımından yükseliyor atlılar
Nasılda kıvılcım saçıyorlar
*
İşte geçip gidiyor gecen
Hiç biri dönebilmiş değil ki azizem.



















***




FELSEFE NEDİR?..
'Kendine iman etmek tehlikelidir, çünkü başkalarını özgür kılar.'
Doğunun aydınlarının spekülatif yaklaşım merakı, cinbönce bir düşünce savrukluğunun -düşünceyi harcamakta bir günahtır!- ve tarihin yinelenmesinin bir nişanesi ne yazık ki, diyorlar ki hâlâ, felsefe -zaman kaybıdır-, 2019 yılındayız ve örneğin; çağının modernitesi, ilk kadın felsefeci olarak bilinen Aspasia tam 2500 yıl önce yaşamış. Felsefe nerelerden geçmiş bir bakmak gerekiyor!..
Hiç bir düşünceye karşı olmamamız gerekir, dile getirilip, ileri sürülebilmeli, düşünsel çatışma bir beyin satrancı olup, bizi ulaşabileceğimiz gerçekliğe ve elde edebileceğimiz -diyalektik- doğruya götürebilecek en sağlamalı yoldur, ola ki us dışı, absürt veya yanlışlanabilir olsa bile, ileri sürebildiğimiz her görüş, düşünsel oluntu, gerçekte anlak içidir ne yazık ki ve insana özgü olmak gibi bir zorumu vardır, aksi bizim için daha tehlikelidir ve despotik bir skolastizme ya da ilahi buyruk gibi bir dokunulmazlığa götürür ki, özgür düşüncenin perdelenmesi veya rüzgarda sürüklenip, gözden yitmesine benzer sonuçlara sürükler, ortak belleği ortadan kaldırabilecek her tehlike insanlık için gerçekte ölümcüldür, tekillik tanrısal görüntü verebilir ama şeytanın el sürmediğine güvenemeyeceğimiz gibi bilemeyiz de...
Bu ortalama bir görüşün uzantısı gibi gelebilir bize ama daha demokratik olmakla eleme ve seçilim olanaklarının bolluğu bizi öngörülemez tehlikelere karşı olasılıkla bir koruma çemberi içine alır, insancıl kozmoloji açısından gereklidir bu, onun için düşünce, diyalektik -karşıtlam- teste tabi tutulmalı, onunla ilintili kitleselliğin evrenik süzgecinden geçirilmelidir, en sağlıklı yol ne yazık ki budur, öngörülerimizin doğruluğunun denetimi bu yolla olasıdır, düşünsel yıldırımlar, olağanüstü çakıntıların izlenmesi coşku verebilir ama uygulayım ve kuramsal öne sürülebilirliğinin bir hükümranlığın dizginsiz varyasyonu olmamasında insani yararlar vardır, nükleer çağlar ne yazık ki bu yöntemi zorunlu ve sağlıklı kılmaktadır. Teori ve pratiğin iç içe olması bile ayrışabilmelidir. bu güvensizlik değil tam aksine güven oluşturabilecek bir yöntemdir, düşüncelerimiz sonsuzdur ama mekan ve zaman çatışıklığı bizi denetlenebilir bir evrensellik ve ortak tavır alma konusunda çekincelerimizin olmasını zorunlu kılar, ortakçıl us bu nedenle mekatronik gelişimin yürütülmesi uğruna, sağlıklı bir yöntemdir, örneğin ateşin kimyası hayranlık verici kozmik bir bileşendir belki ama onu söndürmek ve tutuşturmak için bir üfleyiş ve bir kıvılcım yetebilir bazen... Bu düşüncenin harcanmasına yol açabileceği gibi, pratiğinde ölümcül olabileceği uyarısını içeriğinde ta şır, dü şüncel erimizi bir toh um ambarında saklarcasına korumalıyız ama başı boş bir rüzgarda savrulmasını da isteyemeyiz. Kaos yaratabilir belki ama koruyan ve sürdüren kozmostur. Delphoi tapınağında 'Kendini bil' yazar. Özgürlük ne bir içe kapanma ne de bir savrulmadır, ama insansı gerçekliğimizin temel oluntusu sonsuza dek düşünce olacaktır, özgürlük ya da cennetsi mutluluk bile düşünceden daha değerli değildir. Bizi biz yapan tek şeydir düşünce ve evren bir düşünsel yapıntının bileşkesidir, dahası düşüncenin kendisidir. Stanislav Lem'in düşünen okyanusu bir varsayım değil inanın derin bir gerçekliktir. ,
Bütün bunların yanında, felsefenin dar anlamda da olsa tanıtlaması şu olsa gerektir, -Bir Düşünceyi Aramak- düşünce üretmi, diyesim sonuçta doğunun aydını, felsefe etik bir zorbalıktır dese bile, bu yaklaşımla bir düşünce ortaya koymuş ve daha doğrusu bir felsefe yapmış olur ne yazık ki...
Biliniyor ki kısaca, evrende ki her edim, her oluşku bir felsefeden kaynak alır, tanrının varlığı ve yokluğu saltıklıkla felsefi bir sorunsaldır: Buzdan çöller veya ne güzel koku ya da aşk öldürme arzusudur türü söz ya da önermelerin tümü felsefi temelli birer yaklaşım, bir tür düşüncedir, düşünsel arayış kaynaklı söz ya da söz dizimidir,
Her tür dinsel arayışın başlangıçtan sona tümü, yaşamımıza ilişkin felsefi birer yaklaşımdır, bütünsellikle felsefi çıkışlı insani edimlerdir. Tanrının evreni, insanı yaratması öncelikle felsefi bir tutum olarak değerlendirilmelidir, çünkü bir nen, bir neden varsa, orada bir olgulayımın varlığından ve dolayımla bir felsefeden söz edilecektir...
Kısacası önce söz vardı ya da önce tanrı vardı demiş olsak bile önce felsefe vardır. Tüm bunların adı, çıkış kaynağı, olabilecek her oluşkunun köksel tanıtına felsefe denir ki, bu nedenle her şeyin başında öncelikle bir felsefi gereksinim vardır, mutlaktır bu... Neden sonuç ilişkisinin varsayımsal bütünlüğüdür felsefe, bir soyutlama ve kaçınılmazlıkla öncelikte onundur.
Varlık, bir felsefe olmadan var olamaz, bedenlenemez, her şey bir felsefenin ürünüdür. Bu anlamda, doğunun, doğu aydınının sorunu artık şu; Böyle bir durum varken, felsefeden kaçınarak, kendi varlığını hiçlemek, evrensel varoluşu bu tür bir yaklaşımla yoksayıp, hiçe saymak, bugün nedenini ve yanıtını aradığımız doğu vurdumduymazlığı ve yeryüzü uygarlığına kayıtsız kalmak, herhangi bir katkı yapmaktan neredeyse kaçınan, miskinlik ve uyuşukluğa indirgenebilecek bir ölümseverlikle, öbür dünya gailesinin ağır bastığı bir yaşamsal sefaletin ve pejmurdeliğin; bilerek ya da bilmeyerek, katkıda bulunur olmak veya bu pasifizmi savunur olmaklığın belirtisidir bu, ona yol açacaktır ve öyledir de, öteden beri ileri sürülüyor ve kendimiz bile dile getirebiliyoruzdur...
Tanrı kendini duyumsayabilmek için; evreni ve insanı yaratmıştır bir görüşe göre, bu motto, elbette felsefi bir açınlamadır. Bu açıdan bakıldığında onun eşsiz yapıtına katkıda bulunan, düşünen ve bu yolda çabalayan her insan; ancak tanrıya inanıyor sayılabilir. Bu açıdan bir kesinleme olması da gerekir. Bir bağış ya da sunumun özkonumu ve materyali, gerçekte onun yaratıcısıdır da...
Bu durumda, onun nimetlerine kavuşmaktan başka bir amaç taşımayan ve de salt o yolda yürür ya da çabalar görünen biri, gerçekte bir katılımcı değil, izleyici olarak, deyim yerindeyse dünyevi bir sömürgen ve olsa olsa bir münkir -yadsımacı- ve belki de bir hayasızdır artık tanrı indinde!..
Felsefe zaman kaybıdır demek işte o kapının açılmasını gereksinen bir yaratılmış ve o yolda tükenip gidecek bir varlığa yol açmak olur ki, bu sıfatlarından biri de bir yaratıcı olan tanrıyı, başarısız kılmaktan öte hiç bir işe yaramayacaktır ve de tanrıyı; evreni, insanı, tüm nenleri yaratmış bir varlığı, büyük tözü, ne yazık ki bir 'kusurlu' da kılacaktır ki; yaratılan için, bu bakılışta, nedeni sonucundan çok daha büyük bir günah olan bir 'zaman kaybına da' yol açabilecektir artık!...
Öyleyse evren; bir 'tanrı ve insan', diğer bir deyimle yaratan ve yaratılanın işbirliğidir gerçekte, felsefeyse bu işbirliğinin temelidir, gerekçesi ve özlenen; amaçlanan sonucu, göz önünde bulundurulduğunda...
Sorunsala bu açıdan bakıldığında, felsefe zaman kaybıdır demek, tanrıyı yadsımak bir yana, insanın kendini de hiçlemesidir ki, ölümle; sonsuz ölümle eşdeğerdir bu... Doğu bu anlamda şirk koşmanın değilse de, bilinçsizce bir yadsımanın ve bir ihanetle, terk edilmişliğin yolcusudur. Tanrıyı yadsımak, tanrının hoşuna gidebilir ve hoş görebileceği bir şey olabilirdi, onu, kendini geride bırakacak denli bir yararlılığın, gelişimlerin peşindeyseniz eğer, bu onun utkusu olacaktır çünkü, aksi halde onun yaptıklarına ve onun amaçladığı bir sonsuzluğun, büyülü materyali olan insana, kendi özüne saygısızlık ve bir hiçliğin pençesinde, tanrı tanımazlık yapmakla, hem günahkar ve hemde onun vaatlerini hiç bir zaman hak etmeyecek kullar, yaratılmışlar olunacaktır ki, bu hem tanrının, hem insanın sonunu getirebilecektir ne yazık ki... Tüm beklentileri tanrıya bırakmak ve onun nimetlerinden salt yararlanmayı düşünen bir konumda bulunur gözükmek, daha doğrusu dilem ve çabalarını öbür dünyayla ilişkilendirmek, bu durumda günahların en büyüğüdür ve cezası da belki en ağırı olacaktır artık, dünya onun eşsiz yapıtlarından biridir ve ayrım gözetilmeyecek kadar eşsiz olmalıdır, öyleyse çabaların ve tanrı parçaçığı insanın, bu göz alıcı yapıya bir katkı sunmadan geçip gitmesi, zaman kaybı dediğimiz şeyin en büyüklerinden biridir ve bu doğu kurnazlığının affının da olmaması gerekir. Bir ceza değil, düşünsel bir yaklaşım açısından... .
Biliniyor ki bizler, kozmosun bir parçasıyız ve onu hak eden bir çabanın, bir ereğin ürünü olabilirsek eğer ki bu, yaşama sırt çevirmek değil, onun coşkusuna katılmak ve olabildiğince katkıda bulunmak, tanrıdan bize yansıyan ışığın yayılması uğraşıdır denilebilir ki, yararcıl bir gerçekliğin peşinde zamana hükmedip, egemen olmakla olası bir şeydir bu, kendibeslek, tekil bir varsıllıkta olabilir bu, ama katkının göksel katları somut, insani ve evrensel olma koşullarını ileri sürüyor ne yazık ki ve işte o zamandır ki tanrının vaatlerine kavuşabilelim v e yineleyecek olursak, bu açıdan insansı varlığın, doğrudan ve koşulsuz istenciyle hareket etmek, salt ona kavuşmak için, diğer her şeyi hiçlemek, boşunalık saymak, günahların en büyüğü olmak bir tarafa, cezalarında en ağırıyla karşılaşmamıza yol açan bir ağırsallık demektir artık Bu mitolojide Tantalos işkencesi adı verilen bir tutum olacaktır ki, affı olamaz. Çünkü salt tanrıyı değil, kendini de yadsımaktır bu ve bir tür özkıyımdır ki, tanrı gerçekte yalnızca bundan çekince duyabilir ve bir, kararsızlık yaşayabilir. Çünkü kıyametsi bir sondur bu, varlığın, var oluşun sonu...
Nedir o, artık insan olmamak, olamamak!.. İnsanlığın ortadan kalkması gibi bir şey. Düşünelim ki, tanrıyı yadsımak, tanrıyı ortadan kaldırmaz, ama insanı, varlığı yadsımak, her ikisininde sonu anlamına gelebilecektir.
Bunu gerçekte, ne yaratan ve ne de yaratılan isteyebilir, çünkü biri yoksa diğeri de olamaz, her şey diyalektik bir bütünlük içerir, soru ve yanıt gibi ve henüz biz, yaşanabilecek dünyaların en iyisinde yaşıyoruzdur!..
Öyleyse görünür evrenin uçsuz bucaksızlığında ve tözsel olanın sonsuzluğunda, bir yücelen olarak nitelediğimiz varlığın, insani olanın bir felsefesi yoksa, olamazsa ya da kalmadığında, her şey uçup gidecektir ve her şey, evrenle birlikte yok olacaktır ne yazık ki, felsefe bir varlık ve varoluş nedenimizdir!..
Başka bir deyimle söyleyecek olduğumuzda; inanmaktan caydığımız anda ve nedenselliğimizi yitirdiğimizde, ortada bir sonuçtan söz edemediğimiz gibi, geçmişten, şimdiden ve gelecekten hiç bir şey kalmayacaktır artık.



***










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder