Geçmiş
zamanda yazılanların güçlü bir varyantı ya da aşkın olanını kaleme almak ister
bir insan, aşkın olan nedir diye düşünebiliriz ama yazın bir kategori
olmamalıdır, her şey gibi bir arayıştır, gerçekte yaşamda saltık bir arayıştır…
Kitap tüm
parodileri barındıran bir kitap olsun isterdim, ütopyalar, felsefi şeyler,
yaşam öykümsü anılar, kutsal kitaplara anıştırmalar, kaotik yazın, sosyal
gerçekçilik, değişken metinler, bilim kurgu, gotik öykünmeler ve evet Odysseia’daki
gibi büyüleyici doğa betimleri olsun isterdim, özde eksikliğini ya da özlemini
duyduğumuz şeyler olsun bir bakıma, sonuçta bir ölçüde ereğimi yerine getirdim,
yazılan sonuçta nitel ya da nicel sayılsa da, ancak kendimiz olabildiğimizde
yazmış oluruz. Yazmak vulger deyimle boyumuzun ölçüsünü almaktır. Beğeni
soyuttur. Nedir ki bu kitap korona günlerinde yazılmıştır, eklentiler ve olağandışı
yanları varsa da, aksın bütünlüğü ve hacmin doyum oranını artırma çabası
adınadır.
Pierre
Louys, Yaşar Kemal ve Homeros’tur büyüleyici doğa tanrılarım, toplumcu bakış
içinde Nazım, Kâbe’dir ve Borges
Borgestir benim için, gotik yazın, Poe ve nice gerçeküstü gerilim ustalarıdır,
bu arada Binbir Gece Masalları’da büyüleyici ve yol göstericidir, o her şey ve
hiçbir şeyin ta kendisidir, yaratılışımızın mesellerini andıran bir şey, kaotik
yazın Ezra Pound şiirinden esinlenebilir, kök olarak, kantolar yeterli.
O yarı
bildik, artık anımsamakta güçlük çektiğimiz, küçük harfli kutsal kitapları
okudum ve gözlerim neredeyse kör oldu, ütopya denildiğinde Morus hatta sayısız
yazar vardır, yaşam bir ütopyadır zaten, otobiyografi anıldığında öz yaşantımızın
kesitleridir.
Kitap bir
karma ve başucu yazarlarıma bir gönderme sayılabilir. Adları epeyce çok,
Kavafis’i, Lem’i, Sevim Burak, Leyla Erbil, Latife Tekin, Tomris Uyar, Llosa,
Paz, Heidegger, Nazım, Mehmet Rauf, Yaşar Kemal ve andıklarım dışında, unuttuklarım
aysbergin altıdır belki de. Sonsuzdur onlar. Kitap okumak insanı yazar yapmaz,
kitap içimizdeki denizin aydınlanmasına yol açar, ne kadar okursanız o kadar
aydınlanacaktır deniz, dolayısıyla bu bir kitap değil gerçekte, içimizdeki
denizdir. Bu yüzden pek çok metni ya da şiiri diğerlerinin arasında bir kez
daha yineleyebiliyoruz, bunu hoş karşılamalı ya da kurgunun bir parçası olarak
yeniden kayda geçebilir diye düşünmeliyiz, çünkü Pierre Menard’ın Don Kişot’u
gibi bir metin ya da şiir okunduğunda veya başka bir bütünün içinde eridiğinde,
başkaca bir anlam barındırabilir veya yeni bir kavramsallığa bürünebilir diye
düşünüyorum açıkçası, kurgulayanın sanrıları bile olsa bu, anlam tek tip
değildir, her okuyuşta yenilenebilir.
Yazılacak o
kadar çok şey vardır ki dünyada, çünkü evren organik bir romanstır gerçekte, her
kitap öznesinin sübjektif meselidir ve sonsuz varyantlara açılır, yeniden
dünyaya gelseydik yazdıklarımızı unutmak zorunda kalırdık ve bu yüzden yazmak yalnızca anımsamaktır ne
yazık ki!.. Bir kitap ruhları sağaltmak görevini yüklenmemeli, tam aksine
dünyamızı göz önünde tutuyor olursak, ruh sağlığımızı bozmalıdır, yeni bir
arayış, yeni bir yolculuk için. Belirsizlik
İlkesini temel alırsak, fantastik yazına öykünen bir kitap için, deliliğin
sınırlarını aramak ve düşlerin gotik ürkütücülüğünde gezinmek istiyorsanız
okumayı düşünebilirsiniz. Dünya bir bahçeyse, her çiçek kendisi olmalıdır.