29 Ocak 2018 Pazartesi

BASİL


Tih çölü nerede bilen var mı, bezirganbaşını da, kedi gülü gibisin, boşluğa sevdalanma, çünkü yakında kötülük salt ruhani bir kavram olacakmış, ölenle ölünmez teyze, babam obstrüksiyoncuydu, işleri iyi gitmiyor, bir gün okunmuş kağıtlardan muska yaptılar ve dediler ki, git şunu deli dereye at gel, o günden beri işleri düzeldi, berekete doydu valla...
Bak ara ver burda, yaltırık Osman, bir şey diyeyim sana, kulağının sesini kıs, belki duyamazsın, gelir dağılımı kadar, beyin dağılımı da sorun, dinle, balıkların karalara deniz dediğini biliyor musun, bir şey daha, güzellik erişim olanağı sunmadığı için kötülük yayar, bir şey daha, içinizde baba mesleği kral olan kaldı mı, et değil ceset yiyor insanlık ha, komşumu geçen gün köşede kıstırıp Sırp sındısıyla öldürmek istedim
ama bir düşünce bu...
sakatlar tanrının özel yaratıklarıdır, termik kirlilik de bir şey mi, kirlilik kutsanacak yakında, paratorizmin patronajlığında iş ara, hiç bir şey yapmazsan zaman uçup gidiyor da...
valla Augustinus gibiyim, iyisin dediğinde kötüyüm, kötüsün dediğinde iyiyim, ha bir şey daha, piramitlerin biçimi, işçilerin ilk çağda bile çalışmaktan nefret ettiğini göstermiyor mu, para parasızlığın verdiği mutsuzluğu giderirmiş yalnızca, tepelerinden birine çık Roma'nın, oradan bak Roma'ya, savaş öldürdüğümüz keçilerin bizlerden öç alması olmasın, geçen gün yerde yürüyordu bir keçi, havada uçan yarasaya, aaa bir melek dedi, baksana tanrı komitrajik biri, sara nöbetiyle orgazmı birbirine karıştırmış, keder ve neşeye bulayarak, bizi de hiç iplemediğini göstermiş janım, meni mürver çiçeği, manolya böbrek suyu gibi kokuyor, bak Aguenon koyunda güneş batıyor, ayın bahçesinde güller açıyor, hepsi tepsi büyüklüğünde, fesleğenler çalı gibi, cadı fındıkları kavak kadar, körlük yaşayan ölülüktür diyor varoluşçu beyzade, balıkçıllar gökte S biçiminde uçar, sonsuzluk anlamına gelirmiş bu, kutsal kitabı metroda okuyamayışımız inananların sayısını azaltıyormuş, ejderhanın kanında yıkanarak ölümsüz ol, unutma yetisine sahip olanlar ölümsüzmüş ama, eee dağ kırlangıcı yere düşerse bir daha havalanamaz, sandal ağacı kendini kesen baltayı kokuya boğar, bilgisayar ayna televizyon dünyadır yani...
ama bir düşünce bu...
varyete dansözü Gabor'un üvey evladı değil miydi o, herkes gibi toprak işler, un öğütür, tavuk öldürürdü, kör mezarlık bu mu, güneşin köz gibi parlayanı nerede, Macar kralıyım deyip kundura tamircisi olan, Yahudi düşmanlığının nedeni şuymuş, çoğunluk azınlığın oldum olası düşmanıymış, suçtan suç çıkarma uygarlığında yaşıyormuşuz hazret, Judas İsa'yı ispiyon etmiş, İsa çarmıha gerilmiş ve her ikisi de suçluymuş o günün berinde, oysa birinin suçlu olması yetmeliydi, biri hain Judas, diğeri baş kaldıran İsa değil mi onların, ah inantılara göre Yahudiler Arap Hıristiyanlardır gözümüzde, ayırtmaçlar iyi midir ki...
Samoyedler geldiğinde, beynim beyaz kanatlı bir kuş gibiydi, bir vulva vadisinin içinde penis ormanı sanki
amcam Tebernuş dedi ki, insanlık tarihinde devrim için kan dökenler, bir önceki devrimin kahramanlarını öldürenlerdir, ölüm meleği onlarında kapısını çalacak, gırtlağının tadına bakacaklar bir gün, yamyamlığın kardeşliği diyebiliriz miyiz buna, çıra meşaleye, meşale, avizeye, avize lede, led fotona, foton nötrona döndü diye kim kimi öldürüyor yahu...
ama bir düşünce bu...
ben şunu söyleyecektim gerçekte sana
''Otuz yıldır her sabah işe koyulmadan önce angaryaya boyun eğip, masamın üstünde beni bekleyen onca gazeteyi açarım, sütunlara bir bir bakarım, pespaye şeyler, onur kırıcı meseleler, fütursuzca iftiralar, aşağılık vakalar, cinnet ve cinayetler, bir ilaç gibi yutarım onları ve gün boyu düşünürüm, ben bütün bu utanç verici olayların sentezinden ibaret bir hayvan olmayayım, bu düşüncelerle günümün geçtiğini kimseler bilmiyor ama...
ben, Emile Zola!..''

19 Ocak 2018 Cuma

BİLGİ KÖLELİĞİ -Çağımızın Yeni Trendi-




Emeğin köleliği, kol işçiliği ve proletarya çağları kapandı. Çağımız artık -düşünce köleliği çağı-, diğer bir deyimle; -bilgi proletaryaları- çağındayız. Örneğin kimse Afganistan'a gitmek istemiyor, her tür sivil toplum kuruluşları orayı can güvenliğinin olmadığı, özgürlükten yoksun bir dünya, bir cehennem gibi tanımlıyor. Norveç halkı oraya gitmem diyor, bütün modern kitleler aynı görüşte, oysa Norveç kürk üretiminde dünyanın belki de birincisi, hayvan sever görünümlü bir zombi işletmecisi bu Polyanna ülkesi, bir silah üreticisi ve tüm dünya biliyor ki -bilmezlikten gelerek-, Norveçgiller, refahını daima Afganistangillere borçlu...


Çağımız artık -düşünce köleleri çağı- ve -bilgi proletaryası çağı-, her tür bilişim, sınai ve silah üretimiyle barbarlığı körükleyen kuzeyliler, doğanın ve primitif yaşamın uzantısı güneylileri, iç savaşla, özgürlük ve barış yaygarasıyla,  hakkaniyetten uzak görüşlerini savunan light, liberal, yüzeyde yüzer, yeşil kuşakçıların, bildik görüşlerini savunan, azılı işbirlikçilerin  gözaltına alınmasını, düşünce düşmanlığı niteleyerek, insanlığın tüm bir çağını ipotek altına alıyor ve kendi bekasına iman eden sivil ya da militer birlikler kurarak, ekonarsist, ben merkezci sermaye öbekleriyle, kartel ve tröstlerin cehennemi metropolleriyle, manipüle bir dünya misyonerliğini yaratıyor. Sıradan dünyalılar, niceliğin katları, ucuz bir romanın sayfaları ve azrailin yedekte beklettiği  'homohome' (kafes insanları) silolarıdır artık günümüzde...


Bütün bunlar, sömürü ve eşitsizliğin gönüllü kardeşliği anlamına geliyor. Az gelişmişlerden ne kadar çok kitleyi, bu kategoryen üst bakışın içine çeker, bilgi yağmuruna bulayıp boğarak, düşünce yapılarının omurgasını, genlerine dek sızarak, işler biçimde, acımasızca değiştirirseniz, dünyanın istediğiniz biçimde dönmesi işten bile değil artık. Barış, kardeşlik ve eşitlik adına sadistik bir sömürü, şiddet ve emperyal bir egemenlik uygarlığıdır artık yeryüzü...


Az gelişmişler daima terörle iç içe ve asıl şaşılacak şey teröre destek veren dünyalılar konumunda, oysa onlar Filistin'de sapanla savaşıyor,  sözde silahları belki de yalnızca çığlıkları, ölümü ve acıyı kutsamaktan başka bir şeye yaramayan -arabesk- şarkıları, ağıtları ve işte silahları gökyüzünü parçalayan bir haykırış ve şehadetleridir  yalnızca onların...


Güçlüler ve emperyaller silah satarak özgürlük pazarlıyor, anarkokapitalizm tanrısını böyle yaratıyor, o özgürlükçü, sevecen ve yoksullara el uzatıyor daima, silahla, terörle, ölümle...


Güçlüler oralara ayak basıyor, oyuncak dağıtıyor, şeker çuvalları yığıyor, topraklar ve yeraltı suları, madenler yağmalanıyor ve tarihi, geçmişi ve geleceği sömürülüyor zayıfın...


Zayıfın ne nükleer silahı var, ne balistik bir ateşsavarı!..


Kitleler ya sessizlik içinde ya da sürülerin anarşizan-kakofonik kalabalığında, seçilmiş bir kurban olmaklığın hazzı içinde!..


Kendi ülkesinden kaçan, sürgün olan yığınlar, cennet sinemasının sanal toprakları batıya sığınıyor umarsızca, onun gerçeklikte barbarlığın ve vahşetin uzaktan kumanda ofisleri, yönetim masaları, komuta merkezleri olduğunun bilincinde bile değil,  özgürlüğü ve refahı bulduğu sanısıyla, bir ütopyaya sığındığını sanıyor, oysa sanal ve aldatıcı bir düzen bu, çünkü gelişmişler, gelişmemişleri bir denek ve bir laboratuvar canlısı gibi görüyorlar öteden beri, sınıfsal katmanlar mavi kan ve tapınılan beyaz teni yarattı biliyorlar ve ötekiler nerede olursa olsun sömürülerek bir illüzyon içinde, bir kobay, Pavlov'un bir deneği gibi yaşayıp gideceklerinin bilincinde bile değiller ya da yazgılarının kahramanı olmak yapabilecekleri en iyi şey belki de, acınasıda olsa bir rolü var şu hengamede, avunmak az şey mi, ne yazık ki...


Güzelliğin en estet biçimi, güçlüden yana olmanın verdiği tatlı huzur ve huşu içinde damarlara nüfuz eden görkem duygusudur belki de: Tanrı katında özünü kandırmanın aşağılık bir yöntemi bu ve derinde sadomazohistik bir trajedi!..


Onların tek avuncası, gösterişli sarı peruklar arasında, siyah peruklarıyla dolaşmalarına izin verilmesi, aykırılığın cinnetini; sanal bir cennete dönüştürmekte ustadır egemenler nasıl olsa... Ne ki program önceden hazırlanmış ve tüm detaylarıyla işleme konmuş ve korkunç bir Frank/şeytanlıkla sürüp gidiyordur, denek bunu bilmiyor, bilse bile ağlar, o denli sarıp sarmalıyor ki artık onu, gönüllü bir fareciktir artık o. Artıklarla, retrolarla beslenerek ömür tüketse bile, bir kredi kartına sahip olması onu mutlu etmeye yetebilir hem de çılgınca, her şeye ulaşmanın yolu o, sanalite bir şey ama ulaşılabilirlik önemli, varsayımlar dünyasında... Sen batılısın işte hominid, bundan büyük mutluluk var mı ki!..


Primat sürüleriyle dolu bir dünyada yaşıyoruz biz, hepimiz. Sömürü ve vahşet, barış çığırtkanlığından besleniyor, sınıflar kardeşlik söylevlerinden, kategoriler, katmanlar ve görünmez kaleler, denizel kovuklar, silah ve terörle güçleniyor görüyor musunuz...


Suçlu kim, suçlu kim, suçlu kim...


Yoksullar, güçsüzler ve silahsızlar!..


Ne yazık ki...


Bilgi soyut bir kavram, günümüzde bilgi ve enformasyon, vahşetin ideolojisine de dönüşebilir, cennetin yol göstericisi de olabilir. İnsan kendi soyuna yönelik iki yüzlülüğü bırakmadıkça, kıyamet-apocalypse gerçek olacaktır, dinsel bir söylem değil.


Belki de insanlık bir kıyamet provası yaşadı ve genlerinden süzülen kriptolarla yaşamakta ve haklı olarak uyuyup, uydurarak beklemektedir kıyameti. Bilinmeyen gerçeklik; belki de gerçekten gerçekliktir artık!..


Dünyamızda emek köleliği çağları kapandı, bilek ve pazu arasındaki vodvil bitti, düşünce köleliği çağındayız; bilgi proletaryası çağı ve esaret, kölelik, bilginin esareti ve bilginin köleliğidir artık.


Pavlov'un kobayları, bilginin yeryüzüne yayılmış Kunta Kinteleridir günümüzde...


Nükleer silahların imhasından söz edemeyen büyük insanlık, Afganistan dağlarında arayabiliyor özgürlüğü, ne büyük bir gaflet, ne fantastik bir ekspresyonizm!.. Homosapiens dediğimizin, en gelişmiş varlığın ulaştığı; düşünce kırıntısı adına kavuştuğu nokta, bu olsa gerek.


Dünyanın bu düşünce yapısını değiştirmesi, uygarlığın kendini yenilemesi, bir yeniden doğuşla, her şeyin değişmesi gerekir. Çünkü onlar, vahşetin simsarları ve 'akıl oyunları'nın baş tacı modern krallarımız, dukalarımız ve de tanrılarımızdır ne yazık ki... Dünya hiç olmadığı kadar bir matriks oyununun içine sürüklendi çağımızda, modernlik cehennemin adı oldu, bugün beynimiz kanatlı bir kukla ve bir kumanda merkezidir yalnızca, düşüncenin evi değil. Oysa özgürce düşünebildiğimiz gün, -eARTh- tanrının bir sanat perisi gibi işlediği bu dünyamıza, barış gerçekten gelebilecektir, ama bizler başlangıçtan beri köleyiz ve Afgangiller değil Norveçgillerdir problem ne yazık ki...


Tanrılarımızın yarattığı Katmandu işte bu!..


Maymundan ve su aygırından daha ilerdeyiz, onlardan çok daha iyi düşünebiliyoruz diye övünen bir yaratığın, düşünce sistemine hayran olunamayacağı, gıpta edilip, imrenilemeyeceği, büyülerle, tazılarla ve uçan oklarla bir yere ulaşılamayacağı açıktır. Böylesi bir yaratığın geleceği için öngörülerde bulunmak, o denli zor olmasa gerek, biz bir yanılsama ve yadsıma içindeyiz. Kendimizi yüceltiyoruz ama bu bir yanılsama, gelecek adına toplumsal gerçelliği ve yaslandığımız tanrısal öngörüleri eleştiremiyoruz; bu bir yadsıma!..


Düşünmeyi öğrenebildiğimiz gün kurtulacağız, yeni bir dünya, ancak düşünebilmekle özdeş bir varsayımdır ne yazık ki, yeni bir özgürlük ve o sonsuz barışla.


Ölümsüzlük işte bu...


Kendi varlığına düşman, ikincil bir varlığın yaratılmadığına inanıyorum evrende, tanrının pişman olabileceğine, hatta kusuru kendinde arayabileceğine de inanıyorum ama bu onu bize benzetiyor ve onu seviyor ve dahası tapıyoruz  doğallıkla, bu denli vahşi ikinci bir yaratığa gerek duymadığı için, her şeyi bize layık gördüğü ve...


Biricik olduğumuz için!..



***



ANOMALİ

Geçmiş çağlarda din ve bilim ayrılığı yoktu, laisizme gerek duyulmuyordu, okul demek medrese ve rahip okulları anlamına geliyordu, galile katıksız bir din adamıdır ve skolastik eğitime baş kaldırmıştır, hatta dünyanın döndüğünü ileri süren de galile değildir, dünyanın yuvarlaklığı ve döndüğü biliniyordu ama resmi ideoloji ki -hala bu sorunlar sürer-, bu görüşlerin egemen görüş haline gelmesine karşıydı, tek seslilik galile ile bitti. fransız devrimiyle laisizm ve cumhuriyet anlayışı ortaya çıktı ve din ve bilim ayrı birer kategori haline geldi. bugün din adamının yeri ilahiyat, artık onların tanrı parçacığını keşfetme olanağı yok, çünkü bilim üstleniyor bu işi ve bilim bazen geçmişin dini gibi egemen görüş tutuculuğuna soyunabiliyor, örneğin abd ayın karanlık yüzüne yapılacak bir keşif uçuşunu rafa kaldırdı, bu bir tutuculuk, gerekçesi ne olursa olsun, üniversite kürsüsünden eşcinsel bir profu atabiliyor senato veya mütevelli heyeti, bu da bilimin karanlık yüzü, ama engizisyon yok artık, göreceli bir ilerleme var, Einstein atom bombasının yolunu açtı ve kıyamet söylenini meşrulaştırarak koyu dindar bir kalpazanlığa soyunabileceğini gösterdi, şaka bir yana bilim bir soyutlamadır, özgürlük engizisyon ve din baskısının sonunu getirmiştir diyemeyiz, insanlık bugün engizisyon döneminden daha vahşidir anlayan ve düşünebilen için, insanlığın kurtuluşu laisizm ve dine yönelme ile olamaz, yeni bir uygarlık anlayışını ortaya koyabilmemiz gerekir, atom bombasının gücü güneşin kinin milyonda biri bile değil, biz yeni bir şey bulmuyoruz var olanı keşfeden bir -homohome- türüyüz bugün ve kendimizi yok etme gücünün önüne ne laisizm geçebilir ne tanrılarımız ne de annelerimiz. Yeni bir düşünce ve uygarlık sistemine gerek duyan canlılarız biz. Onu başaramadıkça dinin buyurduğu kıyamet kaçınılmaz ve laisizme bel bağlayanların da bir Bremen mızıkacısı olmaktan öteye geçemeyeceği kesin.Örneğin bugün laiklerin önemli bir bölümü, kesif dindarlara taş çıkartan tavırlar gösterebiliyor, gözlemleyin anlarsınız, çünkü geçmişten ve 'ben ötesi' genlerinden gelen bir inanç mozaiği esir almış onları, ruhumuzun karanlık odalarında akıl almaz ritüeller saklı, onlarla iç içeyiz ve bazende boğuşmaktayız biz ne yazık ki. Gerçek bir uygarlıkta bu tür ayrımlara gerek dahi duyulmaz, üzücü belki de ama insan kendine güvenme noktasında gelişmemiş bir hayvan türü, bir canlı düşünün laik karıncalar, dindar karıncalar diye ikiye ayrılacak ve birbirini ve her türlü türevlerine karşı ölüm (katliam/soykırım) yıl dönümlerini bayram ilan edecek. Tanrımız kusurlu, peygamberlerimiz umarsız, bilim dünyamız ise çaresiz bu nokta da, çözümse, genlerimizdeki şiddet duygusundan arınmak, yaşama hakkının ebediyetine sevdalı olmak bu yolda primitif canlılar gibi birbirini öldürerek, çareyi cennet ve cehennemde hesaplaşmaya götürmek aczinden ve bu vahşetin hedonizminden uzaklaşarak -tanrıinsan- kavramına geçiş yapabilmektir. Yoksa geçmişin diğer türleri gibi insan türü de kolaylıkla yok olacak ve evren sonsuz sessizliğinde bu hatalı deneyinden ders alarak bir yenisini üretmek için -zamanı- kollayacaktır. Dünkü gazetede İngiliz kraliyetinin şempanze eti yediğini, gerekçesininde en pahalı et olup, şeceresi kayıtlı zadegan türünün bu tür ayrıcalıklara hevesli bir canlı olduğunu ileri sürüyordu, düşünün bu canlı türü sakınmasızca kanibalizme yönelemez mi, çünkü geçmişte kanıtları var bunun, alın size kamil dediğiniz mahlukun, ayrıcalık adı altında geldiği nokta... Bizi ayetler değil, bilim değil, düşünmeyi öğrenmek ve bunu gerçek anlamda kozmik ve tanrısal bir noktaya taşıyabilmek kurtaracaktır. Kozmik özümseme!.. Teori ve pratik arasındaki sırat köprüsünü geçebilme yeteneğinden yoksun mahluklarız biz hali hazırda!.. Düşünün yüzyılların akışında hala din ya da bilim ekseninde var oluşunu arayabiliyor insanlık, üçüncü bir yol bile bulamamış daha, yollar belki de sonsuz halbuki, şimdi soruyorum, bu canlı türünün düşünebildiğinden söz edebilir miyiz, yoksa henüz emekliyor mu diyeceğiz, yoksa hiç bir umut taşımadan yaşama mı küseceğiz, yoksa yollar sonsuz evet diye gülümseyecek miyiz... Deliller tablonun kara bir noktadan ibaret sayılması gerektiğini gösteriyor, yanılmış sayılabilmemiz için, en kutsal gerekçemiz bu olsun!.. Yaşama sevinci diye adlandırabileceğimiz 'aşk' gerçekten vardır belki de!.. Tanrılarımız da, insanda, diğer tüm canlılar ve evrenin varoluş envanteri de kesinlikle acemice bir deneyin ürünü, insanın tek avantajı bunun farkında olabilecek emareler göstermesi, ama paradokslar sonsuz ve peşimizi bırakmıyor, evren alevden bir tekne, insan birbirini yemesinde ne yapsın, tanrı ipin ucunu kaçırdım diyebilir pekala ama tüm yadsımacılar da şunu diyecektir haklılıkla, ne haliniz varsa görün, ama insani söylemden bir adım ileri gidemiyoruz gene de, ikide bir tanrı deyip duruyoruz, çünkü hiç bir şey bilmiyoruz ve korku sığınaklar üretiyor, kendinden ve her şeyden korkan bir yaratık bu, gerçeği korkularının ürünü olan bir yaratık da anomaliden başka bir şey olamaz, evrende anomali ama, öyleyse umut var, eksiyle eksinin çarpımının artı olduğunu keşfedebilmiş bir yaratıkla karşı karşıyayız, insanın erişebildiği tek gerçek budur belki de, ölüm yaşamı besleyecektir demeye benziyor, ama bu formül ilkel ve hepimizi perişan ediyor, biz salt ölüm değil, yaşamaktan da ıstırap duyabilen yaratıklarız, bu gerçeği ve bizleri yıldıran, diğer tüm paradoksları, ortadan kaldırabilecek ikinci gerçeği bulabilir, yaratabilirse insan, sonsuz boşluğun bir anlam kazanması yolunda adım atabilen tek yaratık unvanını alabilir, tanrı, din ve bilim üçgeni de geçmişin anıları arasında kozmik müzedeki baş köşede yerini alacaktır!.. Düşüncenin hazzı buna el veriyordur belki de!.. Çünkü insan gerçekte bedeninden değil, ruhundan -düşünsel yapısından- ıstırap duyan bir varlıktır.